BAŞLANGICI VE SONU

1.2K 100 57
                                    

Taehyung

•••

Biz hangi günahın tohumuyuz? Hangi karanlık sanatın en cılız büyüsü? Hangi küfrün kalbi en kıran kelimesi?

Yaşamak; üçüncü sınıf pavyon şairlerinin sınıfı belirsiz kadınlara yazdığı şiirler gibi iğreti duruyor üzerimde. 6 numaralı kapıdan çıkıp, koridorun üzerinde günbatımına doğru yönelen bir tren yolu gibi döşenmiş kırmızı çizgiyi takip ediyorum.

Sanki bütün kabileler bu rayların üzerinde idam edilmiş gibi. Islak ve sıcak. Ve kırmızı. Tanrı buraya uğramış gibi bırakılan devasa ayak izleri. Koridorun sonundan yayılan cızırtılı bir ses bütün odaları dolduruyor; "Don't Cry." Kafamın üzerinde dönen ama hiç de esinti yaratmayan pervaneye bakıp şarkıya eşlik ederken, Ayrılık ne renk? Diye düşünüyorum sessizce.

Kırmızı çizgiye çarpan turuncu huzme, koyuluğu biraz daha saydamlaştırırken can çekişen alyuvarları görüyor gibiydim, çığlıklarını duyuyor gibiydim. Biraz da deli gibiydim...

Telefon çalıyor...
Telefon çalıyor, eskitme mobilyalarımı deler gibi bir çınlama ile. Sigaramdan bir nefes daha alıp, kahkaha atarken çıkartıyorum dumanı.

İçeri sızan ışıkla birleştiğinde bu duman ve kahkaha da olduğunda bir an için korku filminden bir kareyi andırıyor bana.

Telefon çalıyor. Bir parça kan damlıyor annemin en sevdiği halısına kesik bileklerimden. Utanıyorum. Telefon çalıyor. Ellerimdeki demir kokulu sıvıyı aceleyle üzerime silip ahizeyi kaldırıyorum; -Neden geç açtın? --Duş alıyordum anne, kan ile... Telefon kapanıyor. Annem her zaman yaptığım ölüm şakalarından biri zannedip küfür gibi kapatıyor telefonu hiçbir işi beceremeyeceğimi düşünmesi, beni üzüyor. Beni üzdü. Beni şair yaptı. Beni yalnız bir adam yaptı. Ah, anne! Cehennemine odun olacağım sanırım. Ben istemedim bunu, tanrı öyle diyor gibi.

Dakikalar ilerliyor, cızırtılı "Don't Cry"a aldırmadan küçük bir kız çocuğu gibi ağlıyorum. Oyuncak bebeğinin kolları koparılmış bir kız çocuğu gibi. Akrep yelkovanı peşinden koştukca... Geride bırakacağım sevgilimi hatırlıyorum. Akrep bendim, yelkovan hep firâri.

İçimde büyük bir çukur açıldı gibi hissediyorum birden bire... Birileri o kuyuya düşmüş de yardım çığlıkları atar gibi.

Aynada bana yansıyan yüzüme bakıyorum, yakışıklı değil ama... Tamamıyla bir ceset. İskandinav ırkına dahil olmalıymışım. Beyaz tenli olmak bana yakışıyor. Babama kızıyorum yada anneme.

Bir Norveçli veya Danimarkalı biri ile evlenebilirlerdi.

Dizlerim titremeye, ağırlığını taşıyamamaya başlıyor. Yakıt olarak kullandığım kırmızı sıvı azalmaya başladı gibi. Bir aracın benzin deposunun delerseniz, benzin oradan akmaya başlar. Depo tamamen boşaldığında... Arabanın motoru istop eder.

Bir araba gibiydim. Yakıtım azaldıkça fonksiyonlarımın zayıfladığını hissediyordum.

Birazdan ivmem duracak.

Görüş alanım azalmaya başladı. Koridorun sonunda asılı olan portreyi aşırı bulanık görüyorum. Tabloda duran ihtiyar, ayaklanıp sikini gösterse tanımam. Çünkü göremiyorum!

Sanırım vakit yaklaşıyor...

Bunu kalemin her 30 saniyede bir elimden istem dışı düşmesiyle yola çıkarak söylüyorum.

Lanet olsun!

Yazdığım ilk sayfa tamamen kana bulandı. Olay yeri inceleme ekiplerinin ne yazdığımı okuyabilmek için kağıdı kimyasallardan geçirmeleri heyecan verici olacak.

Eğer geri gelebilsedim, onların bu işlemlerle uğraşırken arkamdan ettiği küfürleri duymak isterdim.

Eğlenceli olacağı kesin.

Biriken kan masadan taşarak halıya damlamaya başladı. Annemin en sevdiği halısı mahvoldu!

Bu kez utanmıyorum!

Ne de olsa gidiyorum!

Saatin tik-takları... Kanın yere düşerken çıkarttığı şlap sesi... Koridorda yankılanan cızırtılı "Don't Cry" bir insanın müzisyen olmadan yaratabildiği en güzel senfoni orkestrası.

Mozart'ın...onunkilerden eksik yani kendinize özel olması.

Seyirci yalnızca kendinizsiniz...

Bu...daha özel kılıyor konçertoyu.

Kapı çalıyor... Birileri kapıyı öfkeyle yumrukluyor. Kafamı masanın üzerine usulca koyup, geride bırakacağım sevgilimi düşünüyorum.

En çok özleyeceğim şey gecenin karanlığını andıran bir çift göz olması, hayatımı yeterince iyi yaşayamadığımı gösterir gibi duruyor fakat ben bundan rahatsız değilim.

Gözlerimin kapanmasına engel olamıyorum.

Dudaklarımdan kendimin bile duyamadığı bir fısıltı, hafif bir tebessümle karışıp orkestraya karışıyor. Müzik daha bir derin geliyor. Daha anlamlı. Koridora vuran güneş daha bir koyulaştı gibi.

Ben hala geride bırakacağım sevgilimi düşünüyorum. Güzel günlerimiz olabilirdi eğer insanlık jileti yaratmasaydı.

Gözlerim biraz daha kısılıyor, biraz daha donuk bakmaya başlıyorum. Haftalardır tezgâhta duran bir orkinos gibi ölü bakıyorum.

Yüzüm iyice kireçleşiyor. Biri kapıyı daha da öfkeyle yumrukluyor. Sanki savaş davulları çalıyor gibi.

Gözlerimin önünden minik bir kan nehri geçip burnuma değiyor. Biraz demir biraz alkol kokuyor. O nehirlerde avlanan korsanlar görmek güzel olurdu diye düşünüyorum. Konçerto, alkol, sigara, müzik, tebessüm.

Mükemmel ölüyorum...

Tek eksik var içimde, tutamadığım bir sıcak el. En çok özleyeceğim bir çift siyah göz.

Kapı daha bir şiddetle vuruluyor. Ve kırıldı...

İçeri birkaç adamla o giriyor tanımadığım ya da gözlerim fazla flu gördüğüm için tanıyamadığım adamlarla.

Acı çığlıkları, yardım haykırışları kulaklarıma doluyor. Üzerime doğru koşarlarken artık veda vaktinin geldiğini anlayıp hafif bir tebessüm ile gözlerimi kapatıyorum. Sanki beni kovalıyorlardı da ben kapıyı yüzlerine çarptım gibi. Gözlerimi kapatırken en çok bir çift siyah gözü özleyeceğim aklıma geliyor. Gözlerim kapanıyor.

AĞLADIĞIM DOĞRUDUR...

Ölüm Orkestrası vmin (one shot)Where stories live. Discover now