FİLELBA

124 2 0
                                    


                   Yaşlı adam gözlerini açtı ve hala trende olduğunu anlaması zor olmadı. Saatini kontrol etti ve tam üç saattir rahatsız bir tren koltuğunda uyuyakaldığının farkına vardı.Her seferin ortalama 1 saat sürdüğü bu yolculu üç defa yapmıştı. Alelacele koltuğundan doğrulup etrafına bakındı. Gözlerini henüz açmasına rağmen etrafını çok net görebiliyordu. Hava oldukça karanlık ve etraf ıssızdı. Sokak lambalarının ancak kendilerini aydınlatabilecek kadar ışığı kalmıştı.Çevrede tanıdık bir kafe , bir park ve hatta bir ağaç gölgesi arıyordu. Kısa bir süre sonra ona tanıdık gelen limon pastahanesini gördü.Evet artık evinin yakınlarında olduğunu biliyordu.

Kapıların açılmasıyla içeriye Ankara 'nın ayazı ismine layık bir rüzgarla irkildi.Bir iki derken sokakları tek tek geçiyordu. Midesinden gelen sesler -ne kadar aç olduğunu hissetmese de- bir şeyler yemesi gerektiğini hatırlattı.Evinin hemen yanındaki süpermarketin bu saatte açık olamayacağını düşündüğü için biraz ilerideki bakkala gitmeye karar verdi. İyiden iyiye soğuk hava adamın kemiklerine kadar işlemeye başladı ve adam cebinden eldivenlerini çıkartıp giydi.

Bakkala girdiğinde sobadan gelen sesler onu mutlu etmeye yetti. Güler yüzlü gençten bir çocuk karşıladı.

"hoş geldin amca."

Bu ses, henüz fiziksel olarak büyümemiş ama hayatın getirdiği zorluklar neticesinde "büyük adam" olmuş bir çocuktan geliyordu.

"Merhaba Murat"

dedi yaşlı adam. Murat henüz 14 yaşındayken babasını kaybetmişti ve o zamandan beri annesiyle birlikte bu bakkalı idare ediyordu. İki küçük kardeşinin okumasını sağlamak için kendi isteğiyle bırakmıştı çok sevdiği okulunu, oyun arkadaşlarını. Adam yaşının getirdiği yorgunlukla artık eski hünerlerini gösteremediği gibi kendi karnını doyuracak kadar bile zor yemek yapıyordu. Birkaç paket makarna, domates sosu ve her zaman içtiği sigarasından istedi. Murat siparişlerini hazırlarken kendini gazete ve dergilerin arasında buldu. Eskiden çok sevdiği takip ettiği mizah dergilerini artık bu stantlarda göremiyordu.Bu ona zamanının geçtiğini gösteren bir tokat gibiydi. Gerçekten de zaman çok çabuk geçiyordu onun için. Gazete başlıklarını okurken Murat 'ın sesi geldi.

"Siparişlerin hazır Batuhan amca. Yirmi altı TL tuttu."

Birden ceketinin iç cebine davrandı ve cüzdanını çıkarttı. Poşeti alıp dışarı ağır adımlarla çıkarken tam kapı eşiğinde sigarasından alıp yaktı. Eve gidene kadar yolda bitirmeyi planlıyordu bu sigarayı.

Evine girdiğinde kalorifer peteklerinin sıcaklığından başka mutlu eden hiçbir şey yoktu. Çünkü tam yüz on iki gün olmuştu sevdiği insanı, kadınını kaybedeli.Evi onun için artık ilk çağlardan kalma bir barınaktı sadece. Onunla olan resimlerinin bir değeri yoktu sevdiği kadın yanında yokken. Televizyon en son büyük İstanbul depreminde açmışlardı. Olurda arkadaşlarından bir haberde bahsederler de bir umut görürüz içimize su serpilir umuduyla. Makarna dolu tencerenin içindeki suyun kaynama sesi bu ıssız sessizlikten dolayı avazı çıktığı kadar bağırırcasına yankılanıyordu tüm evin içine.

Yemeğini yedikten sonra her zamanki çalışma masasına ilerledi ve tepeleme dolu olan kül tablasını masasının altındaki çöpe boşalttı. Daha sonra bir sigara daha yakıp evin içindeki sessizliğe daldı. Masanın üzerinde eski eşiyle birlikte resimleri, Mavi bir fil, bir kaç kağıt, 2 kalem, babasından kalma eski saat ve bir avuç dolusu sakızdan çıkan oyuncaklardan vardı.

İçindeki çocukları öldürmemiş olan Batuhan ve Elvin oyuncakları çok severlerdi. Eve gelen misafirlerin çocukları dokunmaya çalıştığında bile parlar kızarlardı. Bu yüzdendir ki çok fazla misafir gelmezdi evlerine. Ancak gerçekten dost oldukları insanlar o çok değerli, kıymetli oyuncaklarına dokunabilirdi. Çünkü her oyuncağın bir anısı vardı onlar için. Gerçek değerini bilmeden dokunmayı hakaret olarak kabul ederlerdi.

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Dec 23, 2017 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

FilelbaWhere stories live. Discover now