İki

514 40 13
                                    

297.84 gram cirium

ADINIZ BEŞİNCİ KASABA'NIN mağaracıları arasında alay konusuysa yeni bir isim kazanmak için çok çalışmaya bakarsınız. Kâşif pek de parlak bir isim değil ama yıldızları göremediğiniz bir yerde Orion'dan iyi olduğu kesin.

İşte tam da bu tür derin düşünceler bana oksijen seviyemin sandığımdan daha hızlı düştüğünü söylüyor. Oysa hayatta kalmak üzerine yoğunlaşmalıyım. Maden kâşifi unvanını kazandım kazanmasına ama bu unvan şu anda bana en yakın arkadaşımla beraber yakılayım diye bir odun yığını kazandırmak üzere. Benim yüzümden yolumuzdan çok fazla saptık çünkü.

"Koordinatlarımızı söylesene Dram," diyorum yavaşça, sesimdeki gerilimi zaptetmeye çalışıyorum. Ağızlıklarımız en ufak sesi bile alıyor çünkü.

"Otuz üç derece on dakika'nın elli iki metre güneybatısı." 

Olmamız gereken yer değil.

Gözlerimi kapayıp peşinde olduğum cirium damarını algılamak için hislerimi zorluyorum. Soluduğunuz hava garanti değilken bunu yapmak daha da zor. Yüzüme takılı Oksinatör'ü düzeltiyorum.

Bazı insanlar iç çeker gibi kolaycacık ölürler, bir nefeste bir yoldan diğerine geçiverirler. Ben böyle gideceğimden şüpheliyim. Hayatımdaki hiçbir şey kolay değil, ölümün de farklı olmasını beklemiyorum.

Şurası kesin ki bunu yakında bizzat yaşayıp göreceğim. Akciğerlerim olmayan havayı solumaya çalışırken hava tankım tıslıyor. Hiç de huzur dolu bir iç çekişle ölmeyeceğim, görünmez bir düşmanla umutsuzca boğuşurken şiddetli bir yenilgiyle öleceğim. Yaşamak için hâlâ bir şansım varken ölmeyi reddediyorum.

Göğsümdeki sıkışmaya bakarak vardığım sonucun göstergede yazanlarla çelişmesini umarak eldivenli parmaklarımla bilek monitörüme vuruyorum.

"Oksijen seviyen düşük Rye," diyor Dram.

Dönüp ışıklı koruma gözlüklerimin ardından ona bakıyorum. Başlığının altında kahverengi saçları gözlerine düşüyor. Oksinatörün gürültüsüne rağmen boğuk sesindeki endişeyi duyabiliyorum.

Omzumdaki silindir tüpe bir göz atıyorum. "Tank elli dokuz hep huysuzluk eder zaten."

Bir kayanın altına sinip sarkıtlarından damlayan ve bir canavarın ağzından akan salyaya benzeyen sulardan kaçınmaya çalışıyoruz. Bu mağaralar her zaman açtır, dokuzuncu tünel ise en açlarıdır. Keşif ekibimizdeki herkesi aldı. Dram ve benden başka herkesi.

Eldivenimi çıkarıp elimi duvara koyuyorum. Mağara partikülleri vahşi bir yaratığın uyarı ısırıkları gibi çıplak tenime batıyor. Burada hava bile insanı ısırıyor. Tünel martılarının çığlıklarını duymak için kulak kabartıyorum. Onun yerine ışın perdesini duyuyorum.

Perde yüz elli kilometre uzunluğunda, yüz kilometre yüksekliğinde, teknisyenler bize boyutlarını söylememiş olsaydı bile büyüklüğünü hissederdim sanırım. Kasabamız ışın perdesinin otuz kilometre batısında, bir dağ sırasının arkasında yer alıyor ama yine de uzaktan enerjiyle dolu ışın perdesini hissedebiliyorum. Bir şarkı mırıldanıyor ve içimdeki bir şey de ona şarkıyla karşılık veriyor.

Nefesim tıkanıyor.

"Sana bozuk hava tankı vermişler," diyor Dram.

"Geri dönmeliyiz."

Sakınarak içime biraz hava çekip devam ediyorum. Cirium olmadan hepimiz ölüyüz nasıl olsa. Işın perdesinden doğmuş bir element bu, yüz yılı aşkın bir süre önce güneşin atmosferimizden içeri yolladığı radyoaktif, elektromanyetik partiküllere karşı etkili olan tek kalkanı oluşturmak için işlenip arıtılabiliyor.

"Alara'nın bu cirium'a ihtiyacı var Dram." Bir öksürük beni gafil avlayarak sözlerimi yarıda kesiyor. Göz ucuyla göstergelerime bakıyorum. Düşündüğümden daha da kötü.

"Kent devletimizin ölü bir maden kâşifine ihtiyacı yok," diyor Dram hava tankını gevşeterek. Maskesinden derin bir nefes çekip hava tankının borularını benim tankımdaki valflere takıyor.

"Hayır Dram..."

İtirazlarımı dikkate almadığı gibi engel olmak için uzattığım ellerimi de itiyor. Tanktaki hava tıslıyor, Dram arızalı tank elli dokuzdan bir nefes çekiyor. Her defasında onunla birlikte nefesimi tuttuğumu fark ediyorum, şimdi Dram'in sırtında takılıyken bu tanktaki patlak valfler beni daha çok kaygılandırıyor.

"Haydi, alacağımızı alalım artık," diyor. "Sonra da defolup gidelim buradan."

Işık saçan bakterilerle parlayan küçük bir su akıntısından geçiyoruz. Güzel şeylerin genellikle en ölümcül şeyler olması ne kadar tuhaf. Mağara belki aç ama su ondan da beter, açlıktan gözü dönmüş durumda.

"Doğru ya," diyorum. "Marin'le bu gece için sözleşmiştin."

"Sadece dans edeceğiz."

"Hı hı," diye mırıldanıyorum. Dram'a takılarak umurumda değilmiş gibi davranıyorum böylece. Zaten durumum da umursamama el vermiyor. Bu mağaralar o kadar aç ki.

Asli İnsanlık Kongresi, Beşinci Kasaba'da yaşayan Astlara haftada bir gün dinlenme hakkı veriyor. Biz Yasak Bölge'nin sınırında tel örgülerle kuşatılmış olduğumuzdan altmışımız da sonunda kendimizi ateşlerin başında bulur, çalgı çalar dans ederiz. Yiyecek hâlâ kısıtlı miktarlarda verilen gıda paketleri şeklinde ama cuma akşamları ilave olarak alkollü içki veriliyor, hem de bol miktarda.

Babam bu tatil günlerini Kongre'nin kafeslerinden saldığı maymunların önüne muz fırlatması olarak görüyor. Çok fazla muz iyi değil. Bunlar benim değil, babamın sözleri. Ben fırsatını bulduğumda muzlarımı alırım. Dram de öyle.

"Dur," diyorum birden. Küçük el fenerimi kayanın üzerindeki bir bölgeye kaldırıyorum. İçimde bana oksijenden daha çok güç veren bir umut dolaşmaya başlıyor.

"Burada."

"Emin misin?"

Cevap verme zahmetine girmiyorum. Dram'in verdiği hava tankında sorun var, idareli nefes almam gerekiyor. Ayrıca ikimiz de emin olduğumu biliyoruz.

On altı yaşındaki bir kıza durduk yere kılavuz maden kâşifi ünvanını vermezler.

Maden damarına yaklaşıyorum, Dram beni takip ediyor. 271.56 gram cirium çıkardı şimdiye dek. İkimizin de özgürlüğe kavuşmak için 200 gramdan biraz daha az cirium'a ihtiyacı var; neredeyse imkânsız bir hedef bu. Yani şimdiye kadar öyleydi.

"İşaretleyici, lütfen," diyorum.

Kanca tabancasına bir kartuş yerleştirip mağaranın zeminine doğrultuyor. "İşaret," deyip tetiği çekiyor.

Sesten korunmak için kulaklarımı kapatıyorum. Sarı bir ışık duvarı aydınlatarak mağarayı kaplıyor. Kulaklığımdan Dram'in soluk soluğa kaldığını duyuyorum. Burada umduğumuzdan bile fazla cirium olabilir.

Kulak tırmalayıcı bir çığlık mağaranın rutubetli derinliklerini delip geçiyor. Aynı anda kazmalarımıza uzanıyoruz.

"Tünel martıları mı?" diye soruyor Dram.

"Olabilir," diye mırıldanıyorum. "Ya da bir ışın yarasası."

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jan 04, 2018 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Işık Tutsakları Ön OkumaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin