Bölüm 1 "Kör Kirkor"

31 2 0
                                    


07 Kasım 1959

İstanbul – Balat

Şamdancı yokuşunun Arnavut kaldırımı paket taşlarla bezeli yolundan salınarak aşağı indikten sonra, sol köşede, adeta tarihi evlere dayanak olarak oraya oturtulmuş gibi gözüküyordu. Komple kırmızı tuğladan yapılmış ve halen dışına her hangi bir sıva yapılmadan kullanılan bu bina Baba Yorgi'nin yıllardı işlettiği bir meyhaneydi. Tarih kokan bu şirin meyhane salaş görünümüne rağmen her akşam hemen her türden müşterilerini ağırladığı gibi bu gece de hizmet vermekteydi. Hiçbir boya kullanılmamış olan tarihi kapsından girildiğinde sigara dumanından artık siyaha bürünmüş olan tavan kalaslarının üzerinde doğrudan çatı lambri tahtaları gözüküyordu ve onlar da neredeyse aynı kalaslar gibi siyaha bürünmüştü.

Duvarlarında fener görünümlü tarihi aplikler vardı ve oldukça cılız yanan ampuller ancak alındaki masayı aydınlatabiliyordu. Orta boylu ve oldukça kilolu olan Baba Yorgi her zaman olduğu gibi şen tavırlarıyla müşterilerini ağırlıyordu. Hemen her zaman alabros saç tıraşının önünde bir tutam uzun bir saç parçası bırakırdı ve dimdik olan saçları yüzünden bu uzun saç parçacığı adeta horozibiği gibi görünürdü. Tonton yüzlüydü ve çenesinin altında gamzeden çok artık neredeyse kuyu denebilecek bir çukuru vardı ve müşterileri hep sorardı ona "O çukurun içindeki sakalı nasıl tıraş ediyorsun?" diye.

Oldukça eski bu meyhanenin müdavim müşterileri olduğu kadar hemen her akşam yeni müşterileri de oluyordu çünkü kim gelip burada yiyip içse Baba Yorgi'nin misafirperverliğinden oldukça büyük keyif alıyordu ve mutlaka başka arkadaşlarına da öneriyorlardı. Hatta bazı müdavimlerin hangi akşamlarda geleceğini bile biliyordu ki geldiklerinde oturacakları masaları bile hazır tutuyordu Baba Yorgi. Kim ne yer, ne içer, ne sever, ne sevmez hepsini ezbere bilebiliyordu Baba Yorgi ve geldiklerinde hiçbir şey sormadan doğruca masayı donatırdı güleç yüzüyle hoş karşılayarak. Müşteri kendisine ait beğenilerinin bu şekilde kanıksanmasından çok hoşnut oluyordu ve bu durumda bu meyhanede oldukça ağırlığının olduğu ve kendisinin özel olduğu hissine kapılıyordu.

Baba Yorgi'nin çocukluk arkadaşı olan Kör Kirkor yapmıştı bütün masa ve sandalyelerini. Çocukluğunda marangoz yanına girmiş ve o zamandan beri marangozluk yapmıştı Kör Kirkor. Kalfalığında yaşadığı talihsiz bir kazada görme yeteneğini kaybetmişti ama ustalık yeteneğini asla yitirmemişti Kör Kirkor. Yaptığı masaları gören asla bu masaların ve sandalyelerin kör bir marangoz ustası tarafından yapıldığına inanamazdı.

Yüksekçe bir dolabın üzerine konulmuş olan pikabın çıkardığı müzik sesi tam kıvamındaydı ve ne sohbet edenlerin biri birilerini duymasını engelliyordu ne de yalnız gelen müşterilerin kendilerini yalnız hissetmelerine müsaade ediyordu. Günlerden de Cumartesiydi ve tüm masalar doluydu. Hoş, hafta içi de dopdolu olurdu ama sadece Perşembe geceleri boş masa bulmak mümkün olabiliyordu o da en fazla bir, bilemediniz iki masa. Yorgi'ye bulaşık işlerinde Bayan Madelia yardımcı oluyordu. Madelia'nın ölesiye sevdiği kocası genç yaşta ölmüştü ve onun anısına bir daha hiç evlenmemişti. Çocukları da olmamıştı ve İstanbul'da hiçbir yakını yoktu. Baba Yorgi de ona babalık yapıp Meyhanenin dibindeki kendisine ait tarihi evi ona tahsis etmişti. Öğle saatlerinde gelip meyhanenin yemeklerini ve mezelerini hazırlardı Yorgi ile birlikte. Akşamları da hem müşterilere yapılan servise yardım eder hem de bulaşıkları yıkardı. Herkes gittikten sonra da önce masaları bir güzel siler temizler ardından da sandalyelerin hepsini ters çevirip masaların üzerine koyduktan sonra ortalığı bir güzel süpürürdü. Baba Yorgi'nin manevi kızı gibi olmuştu ve müdavim olan bütün müşteriler bunu bildikleri için Madelia'ya karşı oldukça saygılı davranıyorlardı. Yeni gelen müşteriler de ortamdan gördüğü üzere durumu hemen algılayıp kendisine asla sarkıntılık etmiyorlardı.

Artık son müşteri de hesabını ödeyip kapıya doğru yöneldi ve dışarı çıkmadan önce cebinden çıkardığı filtresiz sigarasını muhtar çakmağıyla ateşledi. Büyük ve ağır tahta kapının kolundan tutup çekerek açtı ve buz gibi gecenin karanlığında gözden kayboldu. Madelia Cumartesi gecelerinde oldukça geç saatlere kadar açık kalan meyhanenin son müşterisi çıkmadan temizliğe başlamamıştı. Hiçbir zaman da başlamazdı çünkü "Müşteri varken temizliğe başlamak o müşteriyi kovmak anlamına gelir." derdi hep Baba Yorgi. Bütün masaları silip yerleri de süpürdükten sonra o da büyük ve ağır kapının ardına çıkarak gözden kaybolmuştu ve hemen arkasından da Baba Yorgi çıkıp meyhaneyi kilitlemişti.

Hava buz gibiydi ama yağışsızdı. Rüzgâr Haliç'in sularını Balat sahiline öyle sert vuruyordu ki gören de rüzgârla dalgaların kavga ettiğini zannederdi. İki devin bu devasa kavgasında olan kayıkçıların kayıklarına olurdu hep. Bu yüzden birçok balıkçı kayığını kullanmadığı sürece karaya çekip ters çevirirlerdi ve üzerini de brandalarla örterlerdi. Yine de rüzgârın her seferinde galip geldiği bu kavgalarda dalgalar her ne kadar çok kabarsalar ve sert olsalar da çıkardıkları seslerin ve devasa köpüklerin gücü sadece kayıklara yetiyordu. Bu akşam da böyle bir kavgaya şahit olan Yorgi'nin meyhanesinin ahşaptan yapılma camlarından meyhanenin içine kadar sızan gürültüsü eşliğinde başlamıştı mekânın esas sahiplerinin sohbetleri. Kapı girişinin sağ karşı çaprazındaki adı Çırasız olan en arka köşe masaydı ilk söze giren.

"Ooof off. Suphi Bey gene çok dertliydi bu akşam. Hem bu sefer sanırım biraz fazla kaçırdı rakıyı."  

"Bu akşamki derdi neymiş ki?" diye sordu adı Burgulu olan iki sıra öndeki masa.

"Bugün de müdürü terslemiş onu" diye devam etti Çırasız.

"İlginç bir adam bu Suphi Bey, her hafta başka bir dertle geliyor. Her şeye kafasını takıyor."

"Evet, geçen hafta da kayınvalidesine kafayı takmıştı. Kanlıca'ya yoğurt yemeye giderken onu götürmemişler diye kadın ağzına geleni söylemiş Suphi Bey'e." dedi Çırasız.

Kör Kirkor ustanın yaptığı sandalyeler ve masalardı bu karanlığın içindeki sessizliğin içinden sessizce, fısıltıya yakın tonda ortada dönen sohbetin sahipleri. Her gece meyhaneyi kilitleyip giden Yorgi'nin ardından başlıyordu bu sohbet. Bütün masalar ve sandalyeler hiçbir söz bile etmeden kös kös oturup yalnız başına yiyip içeninden tutun da tek başına konuşanına kadar, kalabalık gelip her türlü sohbeti yapanına kadar o gün ağırladıkları misafirlerin dertlerini, sorunlarını, neşelerini biri birileriyle paylaşırlardı. Masa ve sandalyelerin hepsi Yorgi gibi bütün müdavim müşterileri tanırdı ve yeni gelenleri de hemen hafızalarına kazırdı.

Hepsinin hafızasının içinde ne Suphi Beyler ne atıfamcalar, ne Avni ustalar doluydu. Hatta onların eşleri, sevgilileri,metresleri, vefalı vefasız evlatları, aksi müdürleri, tuttukları takımlar vedaha niceleri vardı. Masa ve sandalyelerin müşterilerinin bu dertlerini veyasevinçlerini onlar ile paylaşabileceği dilleri yoktu ama hepsinin tümmüşterilerin her şeyini yaşayabilecekleri kocaman yürekleri vardı Kör Kirkor'unellerinden çıkma.    

Baba Yorgi'nin Mey HanesiWhere stories live. Discover now