Bölüm 2

7.2K 464 279
                                    

"Iıı... şey... ıı..." Tanrım, nasıl açıklayacaktım neden gece gece dışarı çıktığımı?

"Evet, sen ııı..." diyerek öne doğru bir adım attı Chanyeol. Ben de korkarak bir adım geri geri gittim.

"Ben... şey," aklıma gelen fikirle kendimi toparladım. "Bu mahallede evine gittiğim bir çocuk var, annesi bir şey rica etti, oraya gittim." dedim.

Beni tepeden tırnağa şüpheyle süzdü. "Bu kılıkla mı?" Bu çocuk ne zaman bu kadar zeki olmuştu?

"Aniden telefon edince nasıl çıktığımı bilemedim." Kafasıyla onayladı fakat hala gözlerinde şüphe kırıntıları vardı. 

"Öyle olsun. Ama bu gece salonda hep birlikte yatacağız." dedi. Ağzından çıkanı kulağı duymuyor muydu? Gerçi o büyük kulaklarına rağmen geceleri kendi horlamasına da uyanmıyordu.

Namyoung'a baktım fakat o kafasını önüne eğmiş, ayağıyla yere daireler çiziyordu.

"Hadi, çabuk." dedi yine Chanyeol fakat, arkada durmuş bizim salona girmemizi bekliyordu. Anahtarı tam cebime koyarken, paketin hışırtısı geldi. Gözlerimi korkuyla kapayıp, dudaklarımı ısırarak olduğum yerde durdum. İşte şimdi bitmiştim.

"Joohyun, çocuğun annesi sana hediye mi verdi? O hışırtı da neydi öyle?" deyip, elini cebime attı.

Ben de cebimin fermuarını çekerek, elini içeride sıkıştırmaya çalıştım. Sonra elimi, boşta kalan eliyle itti ve elini kurtardı. Yanında da pedi.

"Bu ne?" paketi çekiştiriyordu. "Gece yazıyor bir de. Burun bandı falan mı?"

Namyoung aniden Chanyeol'un üstüne atladı. "Yok, kulak bandı. Belki kulağını bantlarız da görüş açımız genişler diye almıştık."

"Namyouuuung!" Diye kükreyip, Namyoung'u kovalamaya başladı. Ben de o fırsatta yere düşen paketi ve cebimdekini de alıp, kilitli çekmeceye koydum. İki yıldır aynı evde yaşıyorduk ama pedleri devlet sırrı gibi saklıyorduk. 

Aniden salondan gelen çığlıkla salona koştum. Chanyeol, Namyoung'un saçlarını çekerken, Namyoung da Chanyeol'un kulaklarını çekiyordu.

Ben de koltuğa sermiş oldukları yatakların birinden yorgan alıp, ikisinin üstüne attım. Kıpırdanmalar ve çığlıklar kesilmişti sonunda. Ben de bulduğum bir koltuğa yattım. Bu sefer uyumaya kararlıydım.

-

"UYAN!" Duyduğum çığlıkla kendimi yerde buldum.

"Ne Namyoung, yeter Namyoung, ne var Namyoung?!" 

"Geç kalacaksın bak, bu sefer kesin kovulursun." Saate baktığımda 5.40'dı. Banyoya düşe kalka girip, işlerimi hallettiğim gibi evden çıktım.

Bir kafede sadece servis yapıyordum. Sabah 6'dan, öğlen 2'ye kadar vardiyalı çalışıyordum. 

Arkamdan yine adım sesleri geliyordu. Bu saatte genellikle kimse olmazdı. Adımlarımı hızlandırdım ve montumun cebindeki tel tokayı sıkıca tuttum. Aklıma dün gece çarpıştığım çocuk geldi. Ben, buraya taşındığımızdan beri, o gece kulübünden hiç kimsenin ayık çıktığını görmemiştim. Hem başka bir erkeğe bu kadar yakın olmayalı da yıllar olmuştu. O çocukta değişik bir şeyler vardı dikkatimi çeken. Bir yerden sonra arkamdan adım sesleri kesildiğinde, rahatlayarak yoluma devam ettim.

Sonunda dükkana vardığımda, arkamdan biri daha girdi ama sanırım müşteriydi. Saate baktığımda on dakika geç kaldığımı gördüm. Koşarak mutfağa girdim. 

Müdürümüz nedense sinirli değil de daha çok mahcup gibi bakıyordu. Ben de "Günaydın." dedim ve önlüğümün arkasından iplerini bağladım.

"Joohyun, sana bir şey söylemem gerekiyor." 

"Evet, Bayan Kim ne söyleyeceksiniz?" dedim, bu kadar uzun süre cevap vermemesi beni meraklandırmıştı.

"Bu gün Chae Na öğleden sonra gelecek, yerine siparişleri sen alacaksın." Önlüğümü bağlamayı durdum.

"Min Hae'ye ne oldu peki?"

"O bugün izinli." Resmen aralarında anlaşmışlar gibiydi. Nasıl bakacaktım erkek müşterilerin yüzlerine?

"Peki." Zaten geç kalmış olmanın verdiği utançla mecburen boyun eğdim.

"Ah, bak cam kenarı ikinci masaya biri geldi, git de siparişini al." diyerek omuzlarımdan ittirip, mutfaktan dışarı attı.

Kendime çeki düzen verip, önlüğümü düzelterek, mutfak ile müşterilerin bulunduğu yer arasında kalan koridordan çıktım.

Cam kenarı ikinci sıraya baktığımda, benim yaşlarımda genç bir çocuk gördüm. Ah, Tanrım! Neden? Nasıl soracaktım siparişini?

Masaya varmadan önce, boğazımı temizledim. "Hoşgeldiniz, beyefendi." Elimdeki menüye bakarak konuştuktan sonra, önüne bıraktım. Adamdan ses gelmiyordu. Uyumuş olabilir miydi? Sabahın 6'sında buraya  gelip, uyuyakalan çok insan vardı. 

Anlık gelen cesaretle yüzüne baktığımda, ne yapacağımı şaşırdım. Kafamı kaldırdığımda, bana çok dikkatli bakan kahverengi minik gözlerle karşılaştım. Neden böyle dikkatle bakıyordu? Hemen gözlerimi kaçırdım. Gözlerinde meraklı bir ifade görmüştüm. 

O da yaklaşık iki dakika sonra menüyü eline alıp, inceledi. "Ben bir sütlü kahve, bir de çikolatalı kek alayım." dedi. Ama menüyü vermiyordu.

Biraz daha yerimde durdum. Zaten menümüzden az vardı ve burası birazdan dolmaya başlardı, ki şu an da sadece üç-dört masa boştu. Gelenlere verecek menümüz yoktu.

"Eee, ne bekliyorsun?" Sesi alaycı gelmişti.

Kafamı kaldırmadan, "Menüyü." diye yanıtladım. Küçük bir kahkaha duydum. 

"Peki, al menünü." Tam elimi uzatıp, alacakken menüyü çekti. 

Kafamı kaldırdığımda yüzümün her detayını inceliyordu. Uzun yıllar boyunca başka erkeklerin yüzüne bakamamıştım ama, bugün, şu on dakika içerisinde iki kere başka bir erkekle göz göze gelmiştim. 

Tam arkamı dönüp, gidecekken " Hey, baksana." dedi. Tekrar ona doğru döndüm ama bu sefer duvara bakıyordum. 

"Al." deyip, menüyü uzattı. Elinden menüyü biraz hızlıca çekip aldım. "Bir şey soracağım." Kafamla onayladıktan sonra devam etti.

"Adın ne?"

Merhaba, arkadaşlar! Çeviri de yaptığımdan, bölümler gecikebilir. Siz de emeğe saygı manasında oy verirseniz, beni mutlu etmiş olursunuz.^.^

The Nook Street (✔)Where stories live. Discover now