1. Bölüm

535 110 218
                                    

Zaman, akrebin koynuna günleri saplamış; yelkovanın bağrına hazin bir örtü sermişti. Kafamın içine yığılan küf tutmuş düşüncelerim, göğüs kafesimin tam orta yerinde büyük bir yangın başlatmıştı. Geçirdiğim her kâbus dolu gece, içimde için için yanan o dermansız ateşi harlıyordu. İçim kavruluyor, zihnimdekilerse bir zemheri yaz ayazı misali üşüyordu.

Yavaşça batmaya başlamış gibi duran güneşe doğru çekilen bulutlar sanki büyük bir olayın yasını tutuyor gibiydi. Normal şartlar altında buranın insan kaynıyor olması gerekirken böylesine mükemmel bir manzara karşısında kimsecikler yoktu.

Burası neresi mi?

Ankara'da kocaman tabelasıyla sizi kendine çeken Zafer Çarşısı. Kızılay Meydanı'nda kocaman bir yerdir. Birçok kitapçı vardır ve içi kitaplarla doludur. Sayfaların arasında kaybolur gidersiniz. Giriş katında yaşlı mı yaşlı bir amca var. Dükkânı daracık olmasına rağmen içini kitaplarla doldurup yüreğini insanlara açmıştır. İnsanlar, rahat kitap okuyabilsinler diye dükkânının içine birkaç tane masa koymuştur. Dükkânının önünden her geçtiğimde bana tebessüm eder ve portakallı kurabiyelerinden ikram ederdi. Kitapların içinde yaşayan ruhlar vardır. O ruhlara can veren yazarlar olduğunu, kitabı yaşatanın ise okurlar olduğunu düşünürdüm her zaman. Eğer imkanım olsaydı bir kitabın içinde yaşamak isterdim. Yok olmayı değil, var olmayı dilerdim.

"Kahve içer misin Asiva?"

Adımı duymayalı uzun zaman olmuştu. Karşımdaki kişiye bakıp samimiyetten uzak bir gülüşle karşılık vererek konuşmak için dudaklarımı araladım.

"Teşekkür ederim sevgili 26 , az önce içtim. Sana afiyet olsun."

26, başını salladıktan sonra yavaş adımlarla yanımdan uzaklaştı. Elimdeki kalemi çevirerek mavi kapaklı, içi siyah olan defterimi çıkarttım. Zihnimin içinde bir şölen vardı ve kelimelerim dans ediyordu. Kafamın içindeki ruhu kanser olan tüm kız çocukları, kendi yetimhanelerinin duvarlarını boyuyordu. Saçlarımda ölü şiirler yatıyordu benim. Ne zaman bir tarak değse saçlarıma, feryatlar yükselirdi bulutlara. Alaz, ben gökyüzünün hapsettiği en acı gerçeğim. Kafamın içinde dönüp duran derin düşüncelere elimle dur işareti yaptım ve adımın yazılı olduğu kalemimin kapağını açtıktan sonra mürekkebimle buluştum. Ardından aylar sonra ilk kez bir şiir yazmaya başladım.

Sevgilim, başını kaldırıp göğe bak,

İçindeki huzursuzlukları mehtaba bırak.

Herkes gitti Meyus.

Güneş de Ay da gitti.

Bir tek sen kaldın gökyüzünde,

Aklım hep o güzel yüzünde.

Yanımda kal hep olur mu?

Sana adadığım çığlıklarım bir gün duyulur mu?

Şiir yazmayı bitirdikten sonra derin bir soluk alıp defterimin kapağını kapattım ve hızla çantamın içine koydum.

Bazı yaralar vardır, öyle ki açanın ellerinde bile kapanmaz artık.

Bazı duygular vardır, ruhunu saydam kafeslerin içinde tutuklu bırakır.

Bazı anlar vardır hayatta, ama sen o dakika acıdan kıvranıyorsundur.

Bazı acılar vardır, acıtmaz ama yarım bırakır.

Bazı gidişler vardır, geçmez izini bırakır.

Karanlık bir sokakta yankılanan uğultular kulaklarımda yankılanırken ayaklarımın altındaki asfalt zemin vücuduma artçı sarsıntılar göndererek bedenimi uyarıyordu. Tüm beyazlığa tezat o kızdım ben. Siyahın zifiri tonuydum ben. Ben, bir kitapçıda çalışan blog yazarıydım.

OMNİA KUYUSU (RAFLARDA)Tahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon