at| Vahşi tutku

931 111 293
                                    

Arabayı dördüncü caddeden sola çevirdim. Vücudum adeta akışkan bir sıvı gibi akıyordu. Adrenalin sonrası beklenen tepkilerden bir tanesiydi bu. Heyecanlandığımızda ya da korktuğumuzda daha güçlü, daha çevik ve daha dikkatli olmamızı sağlayan adrenalin hormonu kalbe, beyne ve kaslara giden damarları açar ve kan akışını hızlandırır. Biyoloji kitabının hormonlar konusundan bu paragraf aklıma kelimesi kelimesine geldiğinde adrenalinin vücudumu hala terk etmediğini fark ettim. Hâlâ bir yerlerde bana inanılmaz bir güç sağlıyordu.

Dikiz aynasından arka koltukta uzanan Taeyong'a baktım. Benim yerleştirdiğim gibi kalmamış hafif yan tarafa düşmüş, başı geriye doğru yaslanmıştı. Gözleri kapalıydı. Önüme bakıp yolun boş olduğunu gördüğümde bakışlarımı dikiz aynasından tekrar ona çevirdim. Gözleri kapalıydı. Pencerelerden vuran ay ışığı kirpikleri ile oyun oynuyordu.

Bir ara kirpikleri hareket eder gibi olduğunda duraksadım. Ayağımı frene yönlendirdiğim anda bunun sadece bir gölge oyunu olduğunu anladım. Ona vurduğum iğne ile bir fil rahatlıkla on saat uyurdu.

Yoluma devam etmeden önce anı dolabımın tozlu raflarından düşen bir kitabı yerden aldım. Deri ciltli kitap rutubet ve küf kokuyordu. Sayfaları yıpranmış, resimleri silinmeye başlamıştı. Rastgele bir sayfa açtığımda lisenin ilk yılına denk geldim. Kitabın sol sayfasında bir fotoğraf sağ sayfasında ise küçük bir yazı vardı. Fotoğraf Taeyong'un basketbol maçından bir kareydi.

Bakışlarım yazıya kaydığında arkadan gelen aracın beni hızla sollaması ile gerçekliğe döndüm. Kolumdaki saate baktım. Gecenin ikisi olmuştu.

Bir saat sonra planladığım yerdeydik.
Önce Taeyong'u arabadan dikkatle indirip benim küçük siyah Mini John Cooper Works GP'me yerleştirdim. Başının altındaki kolumu çekmeden önce onun yüzüne birkaç saniye bakakaldım.

Geniş alnına dökülen kahve saçları neredeyse siyah görünüyordu. İnce burnu, hafif çıkık elmacık kemikleri ve benimkinden daha renkli dudakları ile oldukça büyüleyici görünüyordu.

Bu düşünce ile gülümsedim. Büyüleyici olan ben olacaktım. Onu evime götürdüğümde bir büyü yapacaktım; sert, etkili ve engellenemez bir kara büyü.

Taeyong'un üşümüş yüzünü ellerimin arasına aldım ve baş parmaklarımla yanaklarını okşadım. Pürüzsüz teni bende tuhaf hisler uyandırıyordu. Saatimden gelen tık sesi ile kendime geldiğimde toparlandım ve onu arabada bırakarak kapıyı kapattım. Halletmem gereken bir iş vardı.

Arabanın bagajından çıkardığım, ucundaki küçük motorla çalışan vakumlu hortumu ve bidonları alarak Taeyong'un arabasına yöneldim. Arabadaki tüm benzini üç dakikada bidonlara çektim. Hava gittikçe soğuyordu. Soğuk omuriliğimden aşağı bir ürperti dalgası halinde indi. Kollarımı kendi etrafima doladım. Benzinin kokusu berbattı.
Lanet olsun, diye geçirdim içimden. Zift gibi kokuyor olmalıydım.

Taeyong'un arabası yol kenarında karanlıkta tek başına dururken kendi arabama yöneldim ve sürücü koltuğuna oturdum. Siyah lüks araç geride kalıp karanlığa karıştığında gülümsedim. Taeyong şu an arabasının benzini bitmiş ve en yakındaki benzin istasyonuna doğru yürüyen bir adamdı. Böyle bilinecekti.

Arabayı evin önüne park ettiğimde kolumdaki saat üçü gösteriyordu. Kapıyı açıp Taeyong'u içeri taşıdım. Kas yığını bedeni düşündüğümden daha ağırdı. Belim ortadan iki ayrılacak gibi ağrırken orada birkaç dakika dikildim. Onu aşağıya sürükleyerek indirdim. Onun için hazırladığım yatağa yatırdığımda hâlâ bir bebek gibi uyuyordu. Eğilip alnına bir öpücük kondurdum. Dudaklarım alev alev yanıyordu. Geri çekildiğimde Taeyong'un bir şeyler mırıldandığını gördüm.

Durup onu saatlerce izlemek istiyordum. Gözlerimi bir saniye bile kırpmadan karşısında yıllar geçirebilirdim.

Kendimi 17. yüzyılın İngiltere'sinde sevdiği adamı kafese kapattırıp onu bir ömür tutsağı yapan Anne Boleyn gibi hissettim. Vahşi bir tutkuyla bağlıydı sevdiği adama. Aslında kafese kapattığı kendi vahşi tutkusuydu. Yüzyıllar sonra bile onu çok iyi anlıyordum. Ben Anne Boleyn miydim? Hayır, ben ondan daha fazlasıydım.

Tüm işlerimi hallettiğimde alt kata indim. Tahta merdivenler her adımımla gıcırdıyordu. Almaşık tekniği ile örülmüş duvarlara elimi sürerek ilerliyordum. Düğmeyi bulup aşağı indirdiğimde bodrum katı mor ışıklarla aydınlandı.

Hemen karşımda demir bir dolap vardı, içine Taeyong'a lazım olabilecek şeyleri koymuştum. Onun hemen yanındaki kısa bacaklı sehbanın üzerinde küçük şirin bir müzik topu ve mor büyücü çiçeklerim vardı.

Duvara astığım tablolarda Taeyong'un fotoğrafları ve iki katlı evi ile çalıştığı şirketin fotoğrafları vardı.

Taeyong'un yatağını sağ tarafa yerleştirmiştim. Gece mavisi nevresimin arasında yatıyordu. Üzerindeki siyah ceketi çıkarmıştım. Bileklerindeki kelepçe demir yatak başlığına takılıydı. Yavaş adımlarla onun yanına ilerledim. İçimdeki duyguların dükümünü çıkarmak zordu.

Yatağın ucuna oturduğumda bakışlarımı Taeyong'a çevirdim. O çok... Çok yakışıklıydı. Keskin çene hattı kiraz dudaklarına rağmen onu erkeksi gösteriyor, göz çevresi sert bir görünüm veriyordu. Uzun zaman sonra ona ilk defa böyle yakındım.

Taeyong'un kirpikleri hareket ettiğinde uyanmaya başladığını fark ettim. Yüzünü ekşitti, dudakları aralandı ve en sonunda gözlerini açtı. Mor ışıkla aydınlanan yüzünden önce belirsiz bir ifade geçti sonra şaşkınlık ve panik yüzündeki yerini aldı.

İlk bölüm hakkındaki görüşlerinizi bekleyeceğim. Kitap muhtemelen yedi ya da sekiz bölüm olacak. Diğer bölümleri bundan daha uzun yapmayı planlıyorum.

Taeyong ve Jennie... Yazarken kalbim dayanmıyor.


Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.
Kara Büyü | JenyongWhere stories live. Discover now