GİRİŞ

561 24 12
                                    

"Kendini öldürmeyi unutma."

Yıldırım düştüğünde, Regina arabasını üçüncü otoyolda bırakmış, geri kalan yolu Minnesota'nın kurak topraklarına bile bir sicim gibi yağan yağmurun altında sırılsıklam vaziyette yürümeye koyulmuştu. Zihninin içinde durmadan dönen, ıslak dudaklarından dökülen tek cümle buydu. Tekrarlayıp duruyor, şimşek her çaktığında kalp atışları istemsizce hızlanıyordu. Gökyüzüne inat bulutlara kuvvetli bir cevap gönderebilirdi fakat başını kaldırmayı seçtiği o anda cennet ışığının gözüne isabet edeceğini biliyordu.

"Kendini öldürmeyi sakın unutma."

Üstüne büyük gelen deri bir montun içinde, ıslak ve çamurlu paçalarla adım atarken soğuğu çok da aldırmıyor gibiydi. Düşündüğü tek şey kız kardeşinin ne kadar masum olduğuydu. Onun kumral saçları ve Mayorka Sahili'ndeki o masmavi denizi andıran gözleriydi. Ve bir de, kendini nasıl öldüreceğini düşünüyordu. Büyük ihtimalle zihni oldukça güzel bir şekilde temizlenecekti fakat bu cümleyi o kadar çok tekrar etmişti ki, orada belki kitap okurken ya da zil zurna sarhoşken, zamanın azaldığını hissedecek ve zihninin kuytu yerleri ona nasıl mırıldandığını hatırlatacaktı.

Yüksek, ıslak ve saf metalden yapılma, uzaktan aşılmaz bir kaleyi andıran Eva Salonu'na doğru yürüyordu. Yüksek duvarların üzerinde bir deniz feneri gibi dönen ve inanılmaz derecede can yakan cennet ışığı, toprakta biriken sudan ısrarla Regina'nın gözüne yansıyordu. Bu yüzden Regina gözlerini kıstı ve cümleyi tekrarlayarak yürümeye devam etti. Yerdeki kaparilerin arasında garip bir hışırtı duydu ve bir an bakmaya yeltendi, ışığın gözüne isabet etmesiyle düşecek gibi oldu fakat gözlerini sımsıkı kapadı.

Kıyıdan çok uzakta, Minnesota'da olunca ıslaklığı ve yüzmeyi özleyeceğini düşünürdü. Şimdi tek istediği sıcacık bir yatak ve Bay Whannel'in ona hediye ettiği ankesörlü telefon şeklindeki hoparlörden Moonlight Sonata dinlemekti.

EGRC askerleri Regina'yı neredeyse bir kilometre öteden fark ettiklerinde cennet ışığı fenerlerinin tümünü ona çevirdiler. Regina hazırlıklı olduğundan gözleri kapalı şekilde hiçbir kapariye basmadan bile salona ulaşabilirdi. Gözlerini kapadı fakat göz kapakları yeterince kalın değildi, projektörden yayılan güçlü ışık başının dönmesine neden oluyordu.

Salondan dijital ve yankı bir kadın sesiyle anons yapıldı. "Lütfen olduğunuz yerde kalın ve ellerinizi başınızın üzerinize koyun. Biraz sonra protokol uygulamasıyla içeri alınacaksınız, sakin olun ve kımıldamayın."

Henüz onun kim olduğunu bilmiyorlardı. Onun Regina Henwick olduğunu bilmiyorlardı ve onu almaya gelen beyaz tabur Regina'yı kollarından tutup sedyeye yatırarak taşımaya başladıklarında yüksek duvarlardaki kapılardan açıldıklarına dair güçlü bir uğultu geldi.

Regina içeri alındığında henüz baygın değildi fakat kendini halsiz hissediyordu. Göz kapaklarını araladı fakat sayıklamayı bırakmadı. Kim olduğunu çoktan anlamışlardı. Regina onu taşıyan beyaz üniformalı askerlerden birinin iletişim kulesiyle arasında geçen diyaloğa pür dikkat kesilmişti. İletişim kulesi askerleri dikkatli olması konusunda uyarıyordu.

Herkes şoktaydı, bunun bir tuzak olduğunu düşüneceklerdi. Onu öldürmek isteyeceklerdi ve daha da kötüsü onu poda sokmadan önce hafızasını tamamıyla boşaltmak için ellerinden gelen her şeyi yapacaklardı.

Regina yarı baygın şekilde bilincini kaybetmemek için çabalarken onu laboratuvara taşıdılar. İçerisi klor kokuyordu. Sonra odaya birileri girdi, bir süre beklemek zorunda kaldı. Elinin titremesine mani olmaya çalıştı. Solumasını düzene soktu, kalp atışlarını dindirmek için kulaklarında Beethoven'in sesini canlandırmaya çalıştı.

"Aç gözlerini, uyanık olduğunu biliyorum."

Bu ses o kadar tanıdık ve o kadar iç karartıcıydı ki Regina bir an boğulacağını zannetti.

Gözlerini açtı. Karşısında gördüğü adam İspanyol surat hatlarına sahipti. Kemersiz bir burnu vardı, gözleri simsiyahtı ve sakallarına bolca ak düşmüştü. Tertemiz bir takım elbise giyiyordu, kırklarında olmalıydı. Diktörtgen, çerçevesiz ve numaralı gözlüklerin ardındaki otoriter yeşil bakışlar Regina'nın aslında onun kim olduğunu bildiğini fark etmesini sağladı. Karşısındaki adam Wagner Prescott'du. EGRC'nin başındaki kişi.

"Ne zaman saldıracaksın?" diye sordu adam. Oldukça rahattı, arkasındaki dolaba yaslanmıştı.

Regina "Ben bir hayvan değilim," diye yanıtladı. "Sana saldırmayacağım."

"Bahanen bu mu? İkimiz de bundan daha zeki olduğunu biliyoruz. Seni haftalardır arıyoruz, adamlarım Batı Virginia'ya kadar arama çalışması yaptı. Bakmadığımız taşın altı kalmadı. Ve şimdi öylece çıkageldin. Bir sebebi olmalı öyle değil mi?"

Regina sedyenin üzerinde doğrulmaya çalıştı fakat ellerinden kelepçelendiğini gördü. Parmak uçlarında istemsiz oluşan elektrik enerjisi onu hafifçe gıdıkladı. "Belki burayı sevmeye başlamışımdır," dedi. "Yemek yok, tuvalet yok, boktan dertler yok. Sadece uyku var."

"Böyle düşündüğün için mi bu kadar uzun süre yoktun? Bu yüzden mi iki adamımı öldürdün?"

Regina alaylı bir şekilde sırıttı. "Onlara ne diyordun? Fırtına-Geçirmez mi?"

Wagner elini Regina'nın boğazına dayadı ve yeşil gözlerini sonuna kadar açarak boğazını sıkmaya başladı. "Ben aptal değilim küçük kız, hem de hiç. Buraya boşuna gelmediğini biliyorum. Buraya çok az çocuk isteyerek gelir, korkmuş ve kendini tanımakta güçlük çeken hastalıklı çocuklar dışında kimse kapıyı çalmaz. -Boğazını daha fazla sıkmaya başladı, odadaki cennet ışığı arttı- Ve senin bir amacın olduğunu biliyorum. Kötü haber; sen gittikten sonra çok şey değişti. Bir güvenlik zafiyeti vardı, bunu bize gösterdin. Ve şimdi böyle bir şey yok. Regina Henwick, seni orada yaratacak, orada yaşatacak ve orada öldüreceğim. Senin Tanrı'n olacağım. Ve senin hiçbir şeyden haberin olmayacak."

Wagner Prescott, Regina'nın boğazını öfkeyle bıraktı ve odadan çıktı. Sonra beyaz, steril üniformalı ve maskeli askerler Regina'nın gözüne cennet ışığı tutmaya başladılar.

Regina uyku poduna yerleştirilirken şuuru gidip gelmeye başlamıştı. Podun içi soğuktu, ayak parmakları ıslak ve hissetmesini engelleyen bir süngerin içine girmişti. Başında kablolarla dolu bir kask geçirildi. Regina bayılırken tekrarlamaya devam ediyordu. Her tarafında ona dokunan, onu uykuya hazırlayan eller vardı. Salonun kasvetli havasını ve klor kokusunu hissedebiliyordu. İçi korkuyla doldu ve çırpınmaya çalıştı, cennet ışığı kulaklarının çınlamasına neden olacak kadar fazlaydı. Bir zamanlar kız kardeşi onun saçlarını örerken söyledikleri şarkıyı düşündü. Fakat şimdi söyleyemeyecek kadar yorgundu.

Podun kapağını kapadılar.

Bayılmamak için son gücüyle direndi ve dudakları son bir kez tekrarladı.

"Kendini, öldürmeyi, unutma."

TUTSAK UYANIŞWhere stories live. Discover now