"let me take you down
cause i'm going to strawberry fields."
rüzgarla aynı ritimde hareket ettirdiğim kolumu camdan dışarı sarkıttım. güneşin ufakça yaktığı yerler sızlıyor lâkin arada esen soğuk havanın etkisiyle yatışıyordu. dudaklarımın pek de alışık olmadığı bir tebessüm süzüldü yüzüme, çok tutanamasa da.
az da olsa hatırlıyordum bu küçük kenti, hepsi anlık kareler şeklinde olsalar da. oldukça eski yapım bir filmin şeritleri gibi aynı.
sahil kenarlarındaki mütevazi restoranlar, her köşe başındaki eskimiş banklar, loş ışık yayan sokak lambaları ve kiremit kokulu kızıl kaldırımlar...
ve o taze gül ıtırları; aklımdan gitmesini istemediğim ve istediğim bir çok hatıra gibi kokuyordu.
araba motoru saatler sonra yavaşlayıp durduğunda önüne geldiğimiz eve baktım ve yutkundum. söylenecek o kadar çok şey vardı ama bir o kadar da söylenecek hiçbir şey yoktu.
"sehun, aşağı inip annene yardım eder misin?" yöneltilen soruya karşılık kafamı 'tabii' anlamında salladım. arabadan indim ve bagajdaki bavulları çıkarmaya başladım. kalacağımız süre yalnızca bir ay olmasına rağmen fazlasıyla eşyayla yüklüydü.
annem her zaman fazla temkinliydi ve işini şansa bırakmazdı. bu nedenle evde lazım olabilecek ne var ne yok, mutlaka toplamaya özen gösterirdi. babam ise sadece bir sırt çantasına sığdırdığı kadar eşya getirirdi yanında, şimdi olduğu gibi.
"gergin görünüyorsun," omzumda hissettiğim kolla suratımı yanımdaki surete çevirdim. "istersen bir yürüşe çık, babanla hallederiz." diye konuştu annem, şefkatle gülümseyip göz kırparken. yanağına ufak bir öpücük kondurup bavulları evin önüne taşıdım. "çok geç kalma!" arkamdan gelen sese gülümsedim ve telefonumu cebe indirip sahile doğru yürümeye başladım.
havanın henüz karamamış olmasına rağmen sahil kalabalık değildi. ayaklarımın ucu denize değecek kadar yaklaşıp kuma oturduğumda etrafta birkaç arkadaş grubundan başka kimse yoktu.
güneşin batışıyla kulaklarıma dolan gülüşmeler bana huzur verirken aynı zamamda ufak bir sızıya neden oluyordu kalbimde. telefonu cebimden çıkarıp ekrana baktım uzunca. herkesi aramalı mıyım diye düşündüm, hiçbir şeyi değiştiremeyeceğimi bilmeme karşın. kafamdaki düşünceleri kaldırıp kabullenmek bir bavulu taşımaktan kesinlikle daha zordu.
o akşam hatırladığım tek şey havadaki kızıllığın yavaşça sönüp karanlığa bürünmesi ve gençlerin asla bitmeyen keyifli kahkahalarıydı.
—
ŞİMDİ OKUDUĞUN
çilek tarlaları - sekai
Fanfiction𝚘𝚑 𝚜𝚎𝚑𝚞𝚗 + 𝚔𝚒𝚖 𝚓𝚘𝚗𝚐𝚒𝚗 ❝𝚕𝚎𝚝 𝚖𝚎 𝚝𝚊𝚔𝚎 𝚢𝚘𝚞 𝚍𝚘𝚠𝚗 ʹ𝚌𝚊𝚞𝚜𝚎 𝚒'𝚖 𝚐𝚘𝚒𝚗𝚐 𝚝𝚘 𝚜𝚝𝚛𝚊𝚠𝚋𝚎𝚛𝚛𝚢 𝚏𝚒𝚎𝚕𝚍𝚜․❞ ↳ 13․10․18