Bölüm 18

2.2K 194 76
                                    

Herkese merhaba,

Pek çok kez silip tekrar yayınlamama rağmen hikayeye karşı gösterdiğiniz ilgi için çok teşekkür ederim. Boş yere aksini iddia etmeyeceğim, oldukça klişe bir kurgusu var ve ben bile nereye gittiğini bilmiyorum. Ama Harry ve Amber'a dair şeyler yazmayı seviyorum, ne olursa olsun. Düşüncelerinizi merak ettiğim için bölüm başlamadan böyle bir not düşmek istedim; Harry ve Amber'a, ikisinden birine, hikaye hakkında ya da bana özellikle söylemek istediğiniz bir şey varsa lütfen yorumlarınızı esirgemeyin. Bölümler geç geliyor olabilir ancak elimden geldiğince uzun ve okuduğunuzda hem sizin hem de benim içime sinecek bölümler hazırlamaya çalıştığımdan emin olabilirsiniz. Sizi seviyorum.

İyi okumalar

Harry arabayı, Londra'nın tam merkezi sayılabilecek ve sıradan bir cuma akşamında bütün insanların sokaklara doluşabileceği bir noktaya sürdüğünde kahve içmek için onun kadar heyecanlı olup olmadığımı merak ediyordum. Aslında bir heyecanım vardı. Ama bunun kahve içmekle bir ilgisi olmadığından emindim. Çok daha başka bir şeyle ilgiliydi ve doğrudan Harry'i ilgilendiriyordu.

Elmacık kemiklerimin ve burnumun üzerinin hala pembe olduğunu hissedebiliyordum. Bir türlü geçmemişti. Aslına bakarsanız telefon konuşmamızda, sıradan bir cuma akşamında onunla kahve içmeye gitmemde bir sorun yoktu. Harry ile vakit buldukça birbirmize zaman ve alan yaratmaya çalışıyorduk. Yani kızarmamam gerekirdi, çünkü o her zamanki Harry idi ve ben de her zamanki Amber'dan bir başkası değildim.

Ancak sanırım bu kızarmamın, duygularımın -benim için- açığa dökülmesi zor olan çok büyük bir kısmını açığa çıkartmış olmamla bir ilgisi vardı. Bunda iyi ve etkili olmadığımı düşünüyordum ama yanılmıştım. Onu özlediğimi söylediğimde Harry'nin yüzünün aldığı ifade aklımdan bir türlü çıkmıyordu.

İçten içe iyileşmeye fark ettim. Bahsettiğim şey, toksik sayılabilecek bir ilişkinin sonucunda cildimin altına sakladığım yaralarımın toparlanmasıydı. Harry'nin bunda bu kadar başarılı olacağını, bana bu denli iyi gelebileceğini aklımın ucundan bile geçiremezdim. Abartılacak bir şey değildi belki ama yeni bir ilişki, benim için o sıralarda yüzme bilmeyen birinin açık denizlere öylecek bırakılmasıyla aynı anlamı taşıyordu. Ve bununla baş edebileceğimden emin değildim.

Fakat her şey sağlam gidiyordu. İyiydi. Harry'nin yanında mutluydum çünkü o, soğuk ve aslına bakarsanız mesafeli görünen kişiliğinin altında söz konusu sevdikleri olduğunda aynı zamanda şefkatli bir adamdı da. Yakışıklı bir adam olmasını bir kenara alırsam, ruhuma iyi geldiğini de itiraf etmem gerekirdi.

Buluştuğumuzda benimle sık sık konuşuyordu. Beni, ailemi, yaşadığım arkadaşlıklarımı ve ilişkimi, neden bu bölümde okumayı seçtiğimi, neden bu okulu tercih ettiğimi, geleceğimin ve geçmişimin benim için ne ifade ettiğini... kısacası benden hayatımı öğrenmek istiyordu. Açıkçası bunu ilk başlarda Clara'dan öğrenmeye çalışmamış olması bile benim için önemliydi. Sonuçta her ne kadar tanışmamıza aracı olan kişi Clara olsa da, onunla değil, benimle tanışacaktı.

Yirmi sekiz yaş belki birçok kişi için, bir bireyin artık olgunluğa erişmiş olması gerektiği düşünülen bir yaş olabilirdi ve itiraf etmek gerekirse ben de böyle düşünüyordum. Ama bazı insanlar bunun farkında değillerdi. Harry içinse bu durum farklıydı. Clara ile oturup konuştuğumuzda ondakinin olgunluk değil, tamamen melankolik bir görünüm olduğunu söylüyordu fakat gerçekten sadece bu değildi. Harry'nin ruhunu yansıtan bir rengi söylememi isteseler bunun siyah olduğunu söylerdim ve sözümü destekleyecek milyonlarca argüman çıkartırdım; çünkü öyleydi.

From The Dining Table || styles Where stories live. Discover now