2. Bölüm

345 31 79
                                    

Uçak, Seul havaalanı pistinde hızla ilerlerken güçlü jet motorları sanki Baekhyun'u suçlayarak -aptal ,kör, budala dercesine- homurdanıyordu. Dolu dolu olan gözleri bunca zaman alabildiğine haksızlık ettiği çifti son kez görebilmek umuduyla çevrede dolaştıysa da, uçak sert bir dönüş yaptıktan sonra havalandı ve Baekhyun amcasıyla Alex'i göremedi. Birkaç saniye sonra Miami'ye gitmek üzere havalanmışlardı. Miami'den sonra da Brezilya'nın Manaus şehrine ineceklerdi ve Baekhyun orada amcasının deyimiyle 'Dünyanın En Son Büyük Gezisi'ne katılacak grupla buluşacaktı.

Uçak bir hava boşluğunda rastladı, önce yükseldi, sonra birden düştü. Ne var ki, Baekhyun'un duyduğu baş dönmesiyle bulantısının hava boşluğuna bağlı fiziksel bir olayla ilgisi yoktu. Yerinde huzursuzca kıpırdandı ve kendisine acı veren düşüncelere yeniden daldı.

O akşam amcasının dediklerini duyar duymaz gösterdiği ilk tepki hemen mutfağa gitmek ve umutsuzca bir şaşkınlığa kapılmak olmuştu. Bu şaşkınlığı, kendi bencilliğine karşı duyduğu iğrenme ve öfke izlemişti. Kendisinin ve sevdiği kadının mutluluğunu hiçe sayarak yıllarca yeğenine bakmış bir adama karşı böylesine bencil davranabilmiş olmasına öfkeleniyordu. Bir yuvaya sahip olmak, belirli bir yere yerleşip kök salmak özlemi, dünyanın en tatlı iki insanını birbirinden ayırmak için mazeret olamazdı.

Kris'in kendisi gibi işinden başka bir şey düşünmediğini, ömrünü mesleğine adadığını sanmıştı. Bu büyük yanılgının ancak şimdi farkına varmış, geziyi hatasını düzeltebilmek için bir çıkış yolu olarak görmüştü. Gideceği yeri beğenip beğenmemesi hiç önemli değildi. Önemli olan beş hafta sonra geziden döndüğünde onların düğün tarihini belirlemeye ikna etmiş olmasıydı.

Hopörlerden yükselen kaptan pilotun sesi camdaki görüntüyü birden sildi götürdü.  Pilotun neşeli sesi, yolculara rotaları, yükseklikleri ve hızları konusunda bilgi veriyordu ve Baekhyun kaderi bu adamın ellerinde olduğu için, haksız yere de olsa pilottan nefret ediyordu.

Varacağı yere yaklaştıkça yakalanma korkusu öylesine büyümüş ve aklını öylesine kurcalar olmuştu ki, Manaus Havaalanına indiği anda beyni çevresinden tamamen kopmuş, bir zırha bürünerek her şeye yabancılaşmıştı.

Birkaç saat sonra, soğuk bir duş yaparak ferahlayıp da klima tesisatlı konforlu odanın serinliğinde kendini toparlayınca, sırtına beyaz pamuklu bir giysi geçirerek aşağıya, yemek salonuna girdi. Hangi masaya oturacağını kestiremeden karasızlık içinde kapıda bocaladığı sırada yanına bir garson yaklaştı.

Gülümsemeye çalışarak; "Senyör Chanyeol'un ekibini arıyordum."

Garson Baekhyun'un önünde eğilerek kendisini izlemesini söylerken, siyah gözlerinin beğeniyle parladığını görmüştü. Masada yemeğin gelmesini beklerken tatlı tatlı sohbet eden bir grup vardı. Baekhyun yanlarına gelince, konuşmalarını keserek ayağa kalktılar ve hafifçe gülümseyerek Baekhyun'un konuşmasını beklediler. Baekhyun aynada çalıştığı gibi sert bir ifadeyle, "Ben Biyolog Byun Baekhyun," dedi. "Senyör Chanyeol'un ekibini arıyordum."

Bir anda altı çift el birden ona yer gösterdiğinde Baekhyun kayıtsız bir şekilde uygun bir yere oturdu.

"Hoş geldiniz."

Baekhyun'un sağındaki adam grubun sözcülüğünü üstlenerek önce kendisini sonra sırasıyla ötekileri tanıştırdı. Felix mesleğinin Fen Bilimleri olduğunu söyledi. Baekhyun adamın genç güleç yüzünden, saygılı içtenliğinden hoşlandı, hafifçe gülümsedi. Baekhyun'un kendilerine gülümsemesini sabırsızlıkla bekleyen iri yarı iki sarışın genci gösterdi.

"Bunlar Lars ve Andres Brecling kardeşler İsknadinavya'dan geldiler. Fotoğrafçılık yapıyorlar. Ne yazık ki çok az İngilizce biliyorlar." Baekhyun hafifçe başını eğerek onları selamladı.

ATEŞLE OYNAMAKWhere stories live. Discover now