üç, sarsılış.

450 45 13
                                    

birdy
not about angels

-jungkook.

Yankı. Kulaklarımdaki çınlama. Zihnimdeki güçlü rüzgar. Karşımdaki adam. Kalbimdeki acı. Körelmiş hislerim, uyanan beynim. Bir arada bulunuyordu hepsi. Bir çemberin içindeydi. Etrafım sarılmıştı. Kendi nefes seslerimi duyamaz olmuştum. Çınlayan kulaklarımın sağırlaşacağını düşünmeye başlıyordum. Gülmek istiyordum, ancak kaslarım duyarsızlaşmıştı. Tek yapabildiğim şey kollarımı dizlerime sarıp yerde oturmaktı. Ona dokunmak istiyordum. Saçlarını okşamak, kokusunu içime çekmek istiyordum. Korkuyordum. Üç yıldır gördüğüm rüyalardan biri olmasından korkuyordum. Ses bile çıkartamamıştım ona bakarken. Bana yaklaşmıyordu, ona yaklaşmıyordum. Bana dokunmuyordu, ona dokunmuyordum. Yalnızca bir kere fısıltılı sesini duymuştum saniyeler önce.

Bir rüyanın içinde olduğumu biliyordum. Onun gerçek olmadığını, zihnimin bana oynadığı acı verici bir oyun olduğunu biliyordum. Kendime gelmem gerektiğini düşünüyordum. Çünkü biliyordum, o ölmüştü. Kızıl saçları uçuşuyordu, kendini attığı uçurumda. Suyun sesi çarpmıştı suratıma tıpkı bir tokat gibi. Polisler, ambulans, ve birkaç kurtarma görevlisi.. Hepsi öldüğünü söylemişti. Kemiklerinin kırıldığını, beynindeki basınç yüzünden akciğerlerinin kullanılamaz hale geldiğini söylemişlerdi. Öldü dedikleri yankılanıyordu beynimde. Cesedi geçiyordu gözlerimin önünden, siyah bir ceset torbasının içindeki. Nasıl diyordum, nasıl olabilirdi şimdi karşımda duran beden, ona nasıl ait olabilirdi? Bir ceset vardı tam karşımda, ışığın vurmadığı saçları, koyu gözlerini örtmüş şekilde.

Kendimi kandırmış olabileceğimi düşündüm. Aslında onun hep yaşıyor olduğunu, ancak delirdiğimi ve onu ölü olarak benimsediğimi düşünmeye başladım. Onun yaşıyor oluşu, şizoid olmamdan daha büyük bir sorundu. Kandırılmıştım. Yalan uğruna kalbimi söküp atmıştım. İşimi bırakmıştım. Büyük bir evin içine hapsetmiştim kendimi. Her gece onunla olan şarkımızı dinleyip göz pınarlarımı kurutmamı sağlamıştım. Onun hiç istemediğim kadar ölmesini istemiştim. Üç yıllık bir yalanın kurbanı olmak istemediğimden ölmesini istemiştim.

Elleri kollarımdaydı. Kendimi ondan çekmek istiyordum. Yavaş yavaş yukarı çıkarıyordu parmaklarını. Omuzlarıma ulaştığında, omuzlarımın ne kadar ağırlaştığını anlıyordum. Üç yılı taşıyordum omuzlarımda. Üç yılın yalanını, üç yılın gözyaşlarını, üç yılın ihanetini taşıyordum.

Parmakları yanaklarımdaydı. Pas kokusu burnuma ulaşıyordu uzun parmaklarının. İradesizleşmiştim. Kalçamı yasladığım taban, sallanıyordu sanki altımda. Dışarıdan bir göz olarak bakıyordum kendime. Göremediğim suratına en sağlamından bir yumruk geçirmek istiyordum. Ancak biraz önce parmaklarını dolaştırdığı kollarım uyuşuktu. Konuşsun istiyordum. Konuşsun istiyordum ki içimden geçen cümleleri ona birer birer sıralayabilmeliydim.

Susuyordu. Suçluydu. Yalandı. Büyük bir ihanetti.

Karanlığa alışan gözlerim sayesinde onu daha iyi seçebiliyordum. Saçlarını, gözlerini, çenesindeki maskeyi, her şeyini ayırt edebiliyordum.

Karşımdaydı üç yıl önce intihar eden sevgilim. Bana ettiği yeminlerin yalnızca bir tanesi gerçekleştirirken bir anda atlamıştı lanet uçurumdan. Bana karşı ettiği son yemindi sevgilimin. Benim için canı uğruna yemin etmişti üç yıl önce. Saçlarını ilk defa boyattığı, ilk defa duruluğundan ayrıldığı gün etmişti yeminini. Odamızdaki yatağımızda, onun dizlerinde otururken fısıldamıştı kulağıma sakince yeminini. Fısıldayan dudaklarından öpmüştüm onu. Böyle şeyler söylememesi gerektiğini söylemiştim. Belimi saran kolları beni kendine çekerken daha çok yemin etmişti. O zaman anlamamıştım, neden bu kadar çok yemin ettiğini, şimdi anlıyordum 'seni seviyorum' cümlesinin bir yemin olduğunu.

sacrifice ;; taekookWhere stories live. Discover now