heartbeats tells something more

339 55 9
                                    

Tükenmiştim. Baştan ayağı bitmişlik artık nefes almama dahi olanak sağlamıyordu. Bitmiştim. Sanki hiç var olmamış gibiydim. Birkaç saniye içinde hayal ettiğim ne varsa, şimdi, tam da şu anda gözümün önüne yeniden geliyor ve sakinleşmek için duymaya çalıştığım sesi bastırıyordu. Onun aşağıda duran arabalardan birinin üzerinde, ağzından ve burnundan oluk oluk kan akarken yatan cansız bedeninin görüntüsü tüylerimi diken diken ediyor, hatırladıkça başımı iki yana sallamama sebep oluyor ve beni yeni bir ağlama krizine itiyordu. Bana bunu bir kez yapmıştı, beş sene boyunca bir ölüden farksız, akıp giden zamanı izlerken bulmuştum kendimi ve bunu ikinci kez denemeye yeltenmişti. Son anda yakaladığım eline nasıl asıldığımı, var gücümle onu yukarıya nasıl çektiğimi anımsadıkça şiddetle sarsılıyordum. Beni yine bırakmıştı. Bunu yine tekrarlamıştı. Hep böyle mi olacaktı? Aramıza her bir duvar girdiğinde benden uzaklaşacak mıydı? O gerçekten de, canıma kast etmişti.

Balkonun soğuk zemininde, yaptığı şeyin etkisinden çıkmaya çalışırken geçirdiği şokla kanayan burnunu kontrol altına almak için sabahlığımı kullanmıştım, üzerime az bile olsa sinen kanın kokusu beni deliye çevirmeye yetiyordu. Bu görüntüyü asla ama asla zihnimden silemeyecektim. Beni neye çevirdiğini, bana ne kadar büyük bir kötülük ettiğini keşke görebilseydi. Titremeleri geçene kadar göğsüme sinen o zayıf bedeni, bana ciddi olup olmayışını sorgulatmaktan uzaktı. Ya onu yine kaybetseydim? Düşüncesinden bile incinen ruhum artık yaşamıyordu. Bu gece, hayatım boyunca unutamayacağım yegane anı olarak kalacaktı. Sırf bu yüzden, beynime bu kadar gerçek ve bu kadar acımasızca akın eden düşünceler yüzünden onu göğsüme nasıl da sıkı sıkıya bastırmıştım.

"Bana.. Bunu bir daha yapma." Kazağına adeta yapışan elimi sanki mümkünmüş gibi daha çok sıkmaya çalışırken kalp atışlarını duymak zorlaşmıştı. Kesik, bölük pörçük çıkan kelimelerim istediğimi anlatmak için yetersizdi. Sıcacık kucağına sanki az önce hiçbir şey olmamış gibi sığınmak ve o karanlıkta, teninde ve devamlı atan kalbinde uzanmak bana daha iyi gelmiyordu. Oysa ki bu anın hayalini nasıl da kurardım çaresizce. Şimdiyse hiçlikten ibaretti, onu kaybetme korkusu sarmıştı bedenimi. Bundan ne zevk duyuyordu?

"Seni sevmenin bedeli neden bu kadar ağır?" Cümlemi duydu mu, duyduysa ne kadarını idrak edebildi bunu bilmiyordum ama, çevremi saran kollar öyle sıkı, öyle korunaklıydı ki nefes almamı bile zorlaştırıyordu. Yeniden yükselen bir ağlama krizine müdahale etmek için derin ve titrek bir soluk alıp verirken altımdaki bacağı hareket etti ve katlandığı yerden yatağa doğru uzandı. "Benden nefret etmiyorsun." dedi içinden geçen bir düşünceyi sesli söylercesine. Sindiğim yerden ona biraz daha sokularak, "Bunu başarmak üzereydin." diye fısıldadım. Tanrım, bana gerçekten söylediği ne varsa yapmıştı. Öldürmüştü, mecazi anlamda artık yaşamıyordum, delirtmişti, ölmüş olmasını dilediğimi dahi anımsıyordum. Benden hala ne istiyordu? Hangi nefretten bahsediyordu? "Ben hayatım boyunca sadece sana aşık oldum." Bu, onun söylediklerinin aksine gerçekti. Bu gerçek başıma bela olsa da, beni yok etse de gerçekti ve bu şekilde kalmaya devam edecekti. Sonsuza dek, yaşarken, ölürken, çürürken kalbim sadece ona ait olarak kalacaktım. İşin aslı şu ki, Damien'a karşı, benim için yaptığı her şeye karşı minnettardım ama bu kadardı. Sonunda kendi elleriyle beni öldürecek olsa da ait olduğum kişi az önce ölümle burun buruna gelen adamdı ve ben yaslandığım bu kalbin üzerinden kalkmak istemiyordum. Sonsuz uykuma burada dalmak istiyordum.

"Benden nefret etmiyorsun." dedi yeniden, şimdi bu ses dua edercesine çıkmıştı ağzından. "Yani eğer sana sadece gel deseydim sen-"

"Bana sadece elini uzatman yeterdi." Başımı kaldırıp karanlıkta kalan yüzünü incelemeye çalışırken buldum kendimi. Ciddiyetimi görmesini ummuştum belki de. Bana bir şey demesine bile gerek yoktu, sadece elini uzatmış olsaydı o eli sonsuza dek tutardım. "Her şeye rağmen, bana her yaklaştığında kendimi bütünüyle sana bırakmamdan bunu anlamış olman gerekirdi." Yüzüme boş, bomboş baktı bir süre. Bir şeyden emin olmak isteyen ifadesi geçen her dakikaya rağmen ciddiyetini koruyan yüzüme baktıkça daha da güzelleşiyordu. Ne olduğuna anlam veremiyordum ama o sakin kalmaya çalışarak bir şeyler söyleme çabasına girdi. "Beni dinlemen gerek, bu çok önemli." Benden uzaklaşıp yatakta bağdaş kurduğunda başımı huzursuzlukla iki yana salladım. "Annie ile ilgili hiçbir şey dinlemek istemiyorum Zayn, lütfen." Ellerimi tuttu, Tanrım sıcaklığı içime işliyordu. "Sen.." dedi, sesinde garip bir heyecan vardı. "Yani ister miydin.. birlikte olmamızı.." derin bir soluk aldı, şimdi yine titriyordu. "Demek istiyorum benimle olmayı, benimle yaşamayı ve benimle ölmeyi ister miydin?" Konuşmama fırsat vermeden devan etti. "Benimle evlenmiş olmayı diler miydin?"

Bu soru beni beynimden vurmuştu. Hayatım boyunca olmasını beklediğim şey şimdi bana sunuluyordu ama, ben bunu kaldırabilecek kadar güçlü değildim. "Birbirimizi öldürürüz." dedim aksini istiyormuş gibi. Güldü, bu buruk bir gülüştü. Canı yanmıştı, biliyordum. "Değişebilirim." dedi. "İnan bana, tüm bunları bırakabilirim. Sadece seni-" Bunu söylemek için bir hayli çaba sarf ettiği belliydi. Elleri ellerimin içinde soğumuştu ve gözlerini sımsıkı kapamıştı, sanki kuracağı cümle onun verdiği son nefes olacaktı. "Seni sevebilirim." dedi. Bu bana ilk kez söylediği bir sevgi cümlesiydi. Sevmekle ilgili kurduğu ilk cümle. "Leah aslına bakarsan ben.. Ben.." Birini kaybetmekten korkmak, sırf bu yüzden sevgiyi esirgemek nasıl bir histi bilmiyordum ama tahmin etmek güç değildi. Onun gözlerinde görüyordum, verdiği nefeste hissediyordum, tenindeki kokudan alabiliyordum. Bu yüzden, ona izin vermeden önce yapılabilecek tek şeyi yaptım. Söylemeye çalıştığı şeyin karşılığında ona küçük ancak sıcak bir öpücük verdim. Zayn bunu hak etmiyordu, kendisini affetmemi, bir şeyleri yeniden hissetmeye başlamamızı, bir yolda yan yana yürüyebilmek için adım atmaya çalışmamızı, birlikte olabilmemizi, hiçbirini, hiçbir şeyi hak etmiyordu ama ben ona aşıktım. Ve bu aşk, geride kalan her şeyi sinir bozucu bir geçmiş ve teferruat haline getiriyordu. Onu öptüğümde bedenim benlikten çıkmıştı. Bana karşılık verdiğinde içten içe birbirimize kaynamaya başladığımızı hissediyordum. Bir bütün haline gelmeye çalışıyorduk ve bunu başarabilirsek bir daha asla ayrılmayacaktık.

Ya da ben öyle olmasını umuyordum.

"Sana esas olarak söylemek istediğim şey bu değildi, sadece bunun olmasını isteyip istemediğini görmeye çalışıyordum." Uzun zamandır bu fırsatı beklediğim için o an evlenmek veya onunla olmak isteğinden ağır basan ne varsa, yanaklarını, alnını, boynunu öpmek, onu koklamak ve bunun gibi diğer şeyleri, yaptım. Bir şeyler söylüyordu ama duyduğum tek şey boğuk mırıltılardan ibaretti. Ancak bir kelime dikkatimi çekmişti. Sözleşme demişti. İmzaladığın sözleşme. O sözleşmede ne vardı, okumamıştım bile. "O kağıtta ne yazdığını gerçekten merak etmiyor musun?" Bedenimi sarıp beni yatağa düşürdüğünde bunu hiç sorgulamadığım geldi aklıma. Açılan göğsünde parlayan ince bir zinciri çekiştirerek ucunda bekleyen bir yüzüğü açığa çıkardı. "Söyleyeceğim ama kızmayacaksın." dedi. İçimi yeniden kaplayan o korku, kendini göstermeye başladığında donakalarak söyleyeceklerini duymayı bekledim. "O bir sözleşme değildi." dedi, sesi sakin ve belki biraz uykuluydu. "Sen o kağıdı imzalayarak," durdu, kapanmaya başlayan gözlerini umursamadan elimi öptü ve şöyle dedi;

"Benimle evlendin. O senin ve benim evliliğimiz için gereken son imzaydı."

goldfish | zayn Where stories live. Discover now