24 | son

2.9K 271 39
                                    


Kahverengi saçlı kız, derin fakat titrek bir nefes aldı. Gözlerini kapatırken tedirgindi. Aldığı nefesi zorla verirken gözlerini yeniden açtı ve elini uzun zamandır dokunulmadığı belli olan kapının kulbuna doğru uzattı. Aniden gelen bir içgüdüyle sıkıca kavrarken kendi kendine mırıldandı. "Bunu yapabilirsin."

On dört yaşına basmış olan Melinoe, sonunda içinde bulabildiği cesareti ile yavaşça kulbu çevirdi ve kapının menteşelerinden çıkan iç tırmalıyıcı sesle duraksadı.Kapıya uyguladığı küçük güce rağmen kapı ardına kadar açıldı.

Görüş alanına giren büyük oda hakkındaki ilk düşüncesi dağınık olduğuydu.

Bu odanın kullanılmasını bir yana bu evin en son kullandığı zaman aralığı göz önüne alınınca odanın bu kadar korunaklı kalması bile şaşırtıcıydı. Kullanıldığı son gün nasıl bırakıldıysa hala öyleydi, zamanın bu odaya uğradığını gösteren tek şey eşyaların üstünde oluşan toz tabakalarıydı.

Melinoe, bu evin de bu odanın babası için ne anlamına geldiğini hep merak ederdi, yasaklı odanın nasıl gizemleri sakladığını küçüklüğünden beri kapının ardına attığı delici bakışlarla beraber görmeye çalışmakla geçirmişti. Bu ev kullanılmıyordu, çok eskiden burada kaldıklarını biliyordu, fakat babası onu her ay buraya getirirdi. Bu oda ise dokunulması imkansız bir kale gibiydi, babasının bile bu odaya girdiğini bir kez görmüştü. Bu ev ziyaretine bazen Harry de katılırdı ama çoğunlukla sadece ikisiydi.

Sirius hiçbir şey söylemezdi, sadece Melinoe'yi buraya getirir ve yaptığı iskelet şeklindeki kurabiyeleri yerlerdi. Babası çok kötü bir aşçıydı ama Melinoe babasına uymak için usulca kurabiyeleri yavaşça, kendi tabiriyle, fare gibi kemirirdi. Normalde neşeli olan babasının bu evde değişen hal ve tavırlarını anlamakta güçlük çekerdi. Babasını hiçbir zaman burada olduğu zamanlar dışında üzgün gördüğünü hatırlamıyordu.

Melinoe, yeni girdiği yaşında kendisine bir doğum günü hediyesi vermek istemişti ve hediyesi cesaretiydi. Bu hediyesi, cesareti, olmasaydı hiçbir zaman bu odaya giremeyecekti. Arkasında neler getireceğini bilmemenin korkusunu yenebilecek tek şey buydu. Yıllarca gözünde büyüttüğü odayı gördüğünde ise hayal kırıklığı hissettmekten kendini alıkoyamadı.

Toy aklıyla daha farklı, büyük ya da büyülü (?) bir şey görmeyi bekliyordu.

İlk adımını sağlamca attı. Tozlu hava ciğerlerine dolarken öksürdü. Gözü yere düşmüş tahta sandalyeye kaydı ardından da mürekkep dökülmüş masaya, bu oda tam bir savaş alanı gibiydi. Bir zamanlar konforlu bir yer olduğu belli olan yatağın şiltesi parçalanmış, kuş tüyünden yapılmış olan yastıklar içindekilerle etrafa saçılmıştı.

Odanın camları kırıktı, gecenin soğukluğu vücuduna çarpınca ısınmak adına kollarını birbirine bağladı. Gözleri parçalanmış duvar kağıtlarına ardından da tablolara kaydı. Tabloların bir zamanlar usta ressamların elinden çıktığı belli oluyordu, yarısı yanmış yarısı yırtılmış hallerinden bile bu gerçek anlaşılabiliyordu.

Melinoe, odadaki bu vahşiliğe anlam veremedi ve odanın ortasında dikilmenin hiçbir işe yaramadığını fark ederek ilk dikkatini çeken masaya doğru ilerledi.
Masanın üstü çok dolu ve karmakarışıktı. Birçok kalın ciltli ansiklopedi, sararmaya yüz tutmuş ve sayfalarını kaybetmiş şekilde duruyor, kırık bir masa lambası boynu bükükçe onlara eşlik ediyordu. Bütün bu cümbüşün arasında Melinoe'nin dikkatini tek çeken şey çerçeveli fotoğraflar oldu.

Nefesi kesildi, titreyen ellerini içlerinden birini kavramak istercesine uzattı ama korktu. Resimde annesi vardı. Üstünde okul forması olan bu genç kızı ilk bakışta tanımıştı. Allianne, ilk başta ifadesizdi fakat bir anda kahkahalar atarak gülmeye başlıyordu. Gryffindor atlılı kızın gamzeleri kendini belli ediyordu. Melinoe'nin elleri titrerken çerçeveyi tutamayacağını anladı.

"Ben bir aptalım." Sesini bulabildiğinde ilk dediği bu oldu. Bu odaya girmek bir hataydı, babasının bu kadar gözlerden saklayacağı şey elbette ki annesiyle alakalı olmak zorundaydı. "Ben bir aptalım." Tekrarladı. Bunu düşünemeyecek kadar aptaldı. Bu odanın bir zamanlar annesine ait olabileceği gerçeğini anlamayacak kadar aptaldı. Annesi o kadar unuttuğu bir anısıydı ki yıllardır merak etmesine rağmen aklının ucundan geçiremeyecek kadar aptaldı.

Annesi hakkında bilgileri kısıtlıydı, babası Harry'nin ailesi hakkında konuşurken ne kadar çenesi düşerse düşsün sıra eşine geldiğinde sessizliğe gömülürdü. Sadece küçük yaşında ölüm yiyen saldırısında öldüğünü ve çok iyi biri olduğunu bilirdi. Büyükannesi olmasa neye benzediği hakkında bir fikri bile olmazdı. Küçükken, çok merak ettiği annesini öğrenme hakkını elinden alan babasına çok büyük bir kin tutardı ama büyüdükçe bu çocuksu merakı da ortadan kaybolmuştu.

Babası ona hem babalık hem de annelik yaparken diğer ebeveynini düşünmek, gittikçe aklının gerilerinde kalmıştı. Çok nadir gittiği büyükannesi ve büyükbabasının da konuşmayı sevmediği bir konu olan annesi, kendisinin ısrarları da bitince hiç açılmayan bir konu olmuştu.

Odayı terk etmek için büyük bir istekle yanıp tutuşsa da yıllardır olan merakını gidermek için bunun elindeki tek şansı olduğunu biliyordu. Kalma isteği daha ağır bastı. Gözleri diğer fotoğraflara kaydı. Bir resimde sadece babası varken bir diğer resimde annesi ile babası vardı. Onun yanında duran çerçevede ise kendisi vardı. Gülerek öylece etrafa bakınan küçük kendisini görmesi ile zaten dolmuş gözlerindeki yaşlar akmaya başladı.

Onun yanındaki fotoğrafı görmesiyle hıçkırıklarına engel olamadı.

Resimde annesi ile kendisi vardı. İlk başta ikisi de gülerek kameraya bakıyorken ardından annesi aniden ona dönüp burnundan öpüyordu. Melinoe'nin eli burnuna gitti. "Anne." Titreyen sesi güçsüz çıkmıştı. Bir zamanlar annesi vardı, yokmuş gibi yaşamaya çalışmaya, herkesin böyle yaşamaya çalışmasına o kadar alışmıştı ki salt gerçek yüzüne çarpınca kalbine bir ağırlık çöktü.

Ağrıyan kalbine bir eli giderken kolunun tersiyle gözlerini silmeye çalıştı. Dokunmaya kıyamadığı resime ne kadar süre baktığını bilmiyordu, zamanla hıçkırıkları acı iç çekişlere döndü. "Annem beni seviyordu." Bu cümlenin onun için ne anlama geldiğini anlamak güçtü, kendisinden başka birinin anlamasını beklemezdi.

Sakinleşmek adına gözlerini çerçevelerden üstünde mürekkep lekeleri olan ahşap masaya indirdi. Kutusundan usulca akmış olan mürekkep bir nehir gibi belirli bir yol izlemiş ve sonunda yere düşmüştü. Kurumuş mürekkebi gözleriyle takip ettiğinde yerde deri kapaklı defterle karşılaştı.Kaşları çatık bir şekilde yere eğildi ve defteri eline aldı.

İlk sayfasını okudu.

"Sevgili Günlük,

Sirius Black'in saçlarını bir gece vakti kesip ona yedirmek istiyorum.

Sevgiler, Allianne"

dear diary | sirius blackDonde viven las historias. Descúbrelo ahora