XXIII. Bir Gece

246 12 5
                                    

Güneş Soho'nun o sessiz köşesinde, Doktor ve kızının çınar ağacının altında birlikte oturduğu o unutulmaz akşamki kadar parlak bir haleyle hiç batmamıştı daha önce. Baba kız ağacın altında otururken yaprakların arasından yüzlerinde ışıldayan ay da daha önce hiç o akşamki kadar tatlı bir parlaklıkla yükselmemişti koca Londra'nın üzerinde.

Lude ertesi gün evlenecekti. Son akşamı babasına ayırmıştı ve çınar ağacının altında baş başa oturuyorlardı.

"Mutlu musunuz babacığım?"

"Evet yavrum."

Epeydir orada olmalarına rağmen çok az konuşmuşlardı. Hâlâ iş yapabilecek ya da bir şeyler okuyabilecek kadar ışık varken bile Lucie ne kendini elindeki işe vermiş, ne de babasına kitap okumuştu. Ağacın altında, babasının yanı başında, böyle oyalandığı çok olmuştu daha önceleri, ama bu akşam diğerlerine benzemiyordu, benzeyemezdi de.

"Ben bu gece çok mutluyum babacığım. Bu aşk –benim Charles'a olan aşkım ve Charles'ın bana olan aşkı– derinden mutlu ediyor beni. Ancak hayatımı hâlâ size adayamayacak olsaydım ya da birkaç sokak ötesi bile olsa evliliğim beni sizden ayıracak olsaydı, ne kadar mutsuz olur, kendimi ne kadar kötü hissederdim bilemezsiniz. Aslında şu an bile-"

O anda sesine hâkim olamadı genç kız.

Hüzünlü ay ışığında genç kız babasının boynuna sarılıp başını göğsüne yasladı. Gün ışığının –insanları hayata çağıran o ışığın– belirmesiyle giden ay ışığı hep hüzünlüydü zaten.

"Sevgili babacığım! Bana son defa, hayatıma giren yeni sevgilerin ve yeni vazifelerimin asla aramıza giremeyeceğinden emin olduğunuzu bir kez daha söyler misiniz? Ben eminim bundan ama siz de aynı düşüncede misiniz? Buna yürekten inanıyor musunuz?"

Babası kızını ikna etmek adına takındığı içten bir kesinlikle cevap verdi, "Tabii ki eminim yavrucuğum! Dahası," diye ekledi kızını şefkatle öperken, "senin evliliğinle birlikte geleceğim çok daha aydınlık olacak Lucie –hiç olmadığı kadar hem de."

"Ah dilerim öyle olur babacığım!"

"İnan bana yavrum! Gerçek bu. Bu durumun ne kadar doğal ve doğru olduğunu düşün, olması gereken bu. Sen şu gencecik, fedakâr halinle hayatını heba edeceğin düşüncesinin beni ne kadar üzdüğünü anlayamazsın..." Kız elini babasının dudaklarına götürdü, ama o kızının elini çekerek lafını tekrar etti.

"... heba etmemelisin yavrum –benim için doğa kanunlarına karşı gelip kendi hayatını heba etmemelisin. Bana karşı öyle fedakârsın ki benim zihnimden geçenleri tam olarak anlayamıyorsun, ama bir düşün, senin mutluluğun eksikken benimki nasıl tam olsun?"

"Eğer Charles'ı tanımamış olsaydım, seninle gayet mutlu yaşardım babacığım."

Doktor kızının farkında olmadan yaptığı ve Charles'sız mutlu olamayacağını ortaya koyan itirafla gülümseyip karşılık verdi:

"Yavrucuğum karşına çıkan Charles oldu. Eğer Charles olmasaydı, bir başkası olacaktı. Öte yandan, bir başkası olmasaydı bu benden kaynaklanmış bir şey olacaktı ve o zaman hayatımın karanlık kısmının gölgesi beni aşıp senin de üzerine düşecekti."

Lucie duruşmadan beri ilk defa onun bu acı dolu günlerden bahsettiğini duyuyordu. Babasının bu sözleri tuhaf ve yeni bir his uyandırmıştı içinde ve bu his uzun süre aklından çıkmadı.

Beauvais'li Doktor, "Bak!" dedi, ayı işaret ederek. "Işığına tahammül edemesem de zindanımın penceresinden ona bakardım hep. Bunun kaybettiklerimin üzerinde parladığını düşünmek öyle acıtırdı ki içimi, baktıkça başımı zindanın duvarlarına vururdum. Uyuşuk ve ruhsuz gözlerle bakarken başka hiçbir şey düşünmez, yalnızca bunun üzerine çizebileceğim yatay çizgilerin sayısıyla bunlarla kesişecek dikey çizgilerin sayısını hesap ederdim." Derin düşüncelere dalmış bir halde aya bakarken ekledi, "Yirmi yatay, yirmi dikey diye hatırlıyorum ve yirminciyi sığdırmak zor olmuştu."

İki Şehrin HikayesiWhere stories live. Discover now