0.1

176 22 6
                                    

Perseus elindeki bozuk fotoğraf makinesiyle bakışıp derin bir iç geçirdi.

Ne zaman hayallerine ulaşmak istese, geri tepiyordu. Her defasında bunu nasıl beceriyordu hiçbir fikri olmamasına rağmen bir şekilde başarıyordu işte. Her zaman bir şeyler ters gidiyordu. Her zaman.

Elindeki fotoğraf makinesini yerde bırakıp kum zeminden kalktı. İşine yaramayacaktı artık. Almasına gerek yoktu.

Dağınık siyah saçlarını yavşca düzeltip, beyaz gömleğini düzeltti. Kumsalın ucuna bakıp göz devirdi.

Annesi bugün evleniyordu, ne acı.

Onlara arkasını dönüp kumsalda yürümeye devam ederken iç geçirip ayaklarını geçip bacaklarına kadar gelen dalgaları izledi. Sesleri ne de huzurluydu öyle. Belki de insanların hak etmediği kadar.

Bir çilek kadar kırmızı dudaklarında dilini gezdirdi ve ayağındaki ayakkabıları umursamadan suyun içinden gitmeyi sürdürdü. Su her geri çekilişinde bacağını gıdıklıyordu. Gülümsedi yavaşça. Bu çok güzeldi. Bu denizler, okyanuslar, ormanlar, hayvanlar... insanların değer vermediği şeyler güzeldi. Değer görmeyen şeyler güzeldi. Her zaman yanlış şeye değer verirdik zaten. Hiçbir zaman doğru şeye değer vermemiştik ilginç bir şekilde. Güzel sandığımız şeyler gözümüzü boyamış, kör etmişti. Göremiyorduk. Bakıyorduk, göremiyorduk.

Beyaz teninden akıp geçti rüzgar, birkaç saniyeliğine özgür hissetti. Birkaç saniyeliğine kuş gibi hissetti kendini. Ya da bir balık. Bir albatros gibi. Ya da küçük palyaço balıkları gibi hissetti.

Kendi kendine gülümseyip koşmaya başladı. Dalgalar bacakları arasından geçip yavaşlatıyordu onu ama umurunda değildi. Koşuyordu. Rüzgar bedenini okşuyordu ve deniz onu durdurmaya çalışıyordu. Koşuyordu çünkü umrunda değildi. Zihnindeki her boktan şeyi atıp koşmaya devam etti. Yoruldu tabii. Ama koşmayı bırakmadı.

Çünkü özgürdü.

Umursamazdı.

Ve Tanrı'nın verdiği bu şeyler... onu mutlu ediyordu.

🖤

sea*perchabet Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin