10

2.4K 386 114
                                    

Her daim titreyen ellerimi izliyorum. Üzerindeki kırışıklık ve çizgiler, tıpkı ağacın gövdesinde olanlar gibi yaşımı gösteriyor. Üç yüz sekiz. Evet. Ruhen bu yaştayım, klişesi, vücudumda saygısızlık zira ben bedenen de bu yaştayım.

Bay Taehyung'un evindeyiz. Duş perdesi veyahut camı olmayan, duvara dayanmaksızın lavabonun biraz ortalarında duran küvetin içine, bedenimi soyup birkaç dakika içerisinde girmemi sağlıyor. Küvete doğru çektiği tahta tabureye oturuyor, pijamasının kollarını sıvıyor. Kırıp hafifçe kendime çektiğim diz kapaklarım, üzerinde ufak balonlar olan sıcak sudan taşıyor. Beni dışarı çıktığım gün yıkaması gerekiyormuşçasına yeniden yıkıyor, avucumdaki tozu nereden aldıysam, oradan kir kapmışım gibi. Şampuanlama işleminde ikimiz de sessiziz. Suda yumuşayan tırnaklarımı kesiyor, burada kaldığım süreçte sürekli bir tartışma hâlinde olduğumuzdan iyileşemeyen yaralarıma merhem sürüyor. İşaret parmağı kaşımda kremle beraber gezinirken yanağımın hemen yanında olan avcuna yüzümü veriyorum. İşaret parmağı duruyor, baş parmağı alt kirpiklerimde yavaşça geziniyor. Elini bükmekten bileğini ağrıtacağımı fark ediyorum. Küçük güzelin bedenine giren kurşun, sandığımın aksine içimdeki şefkat fidanını ezmiyor. Veyahut kırmızı kazaklı esmer yeni bir tohum ekiyor, bilmiyorum. Elini dizlerime koyuyorum. Arkaya büküldüğünden üst bileğinde çıkan kırmızı ize dudaklarımı bastırıp yüzüm ondan yana olmayacak şekilde yanağım elini buluyor. Parmaklarımın biri koluna sarılırken diğerleri yanağımın bitimindeki parmak uçlarında geziniyor. Dakikalar sonra arabada, kullanmadığımı belirttiğim tozların dışında ilk defa dudaklarını aralayan o oluyor.

"Seni burada..." deyip iç çekiyor, yutkunduğunu duyuyorum. Başımı kaldırıyor yeniden ona bakmayı reddedercesine bakışlarımı sağımdaki mermerden zemine odaklıyorum. Söyleyeceklerine kendisi de hazır değil gibi. "Ne kadar tutabilirim... Bilmiyorum, Jeon."

"Neden?" diyorum düz bir sesle. "Bir daha kaçmayacağım."

"Olay o değil."

Kaybettiğim aklım saklandığı yerden eli boş dönmediğinde dudağımın kenarı yukarı doğru seğirirken omuzlarım aynı sürede inip kalkıyor. Gülümsemeden kıkırdamaya, oradan da kahkaha dönüşen gülüşümü dakikalarca iç çeke çeke izliyor. Ağzımın kenarları yırtılırsa bedenimi saran, kirlenmeyen katran karası lekeyi bile kana bulayıp rengini değiştireceğini düşünüyorum. Bu süreçte elimi sol bileğime, kollarımı bacaklarıma dolamış bir vaziyetteyim. Başımı geriye atıyor dindiğini düşündüğüm kahkaham yeniden yükseliyor, başımı eğip iki yana sallıyorum. Bir alçalıp bir yükselen sesim sonunda kesiliyor. Aniden yüzüm asılıyor.

"Bana inanmıyorsunuz."

İç çekip başını eğerek ıslak ellerini kucağına bırakıyor. Ona baktığımda iki dudağını da dişlediğini görüyorum. Düşünceli görünüyor, tekrarlıyorum. "Evet... Siz bana inanmıyorsunuz."

"Öyle değil Jeon..."

"Öyle değil Jeon... Ne değil? Ne olabilir? Ne olamaz?"

"Bitirmeme izin vermelisin."

Ayaklanıyorum, bana güvenip bedenime tutunan su damlaları, omuzlarımdan kendisine doğru kavuşup belirgin bir ses çıkarıyor. Havluya basarak ıslaklığımı umursamadan çıplak bir şekilde dikiliyorum.

"Zahmet etmeyin." diyorum, dudaklarını tekrar araladığında sözlerim yüzüne çarparmışçasına kelimeleri ağzına tıkılıyor, irkilip geri çekiliyor. "Yumuşak bir darbe için beni sevdiniz, anneme bırakmak için..."

Tenin tene çarpma sesi duyuluyor, çok ani. Yanağım yanıyor, sola savrulan başımı hızla çevirip gözlerimi kısarak ona bakıyorum.

"Oh, hayır." diyor başını iki yana sallayarak. "O bakışı tanıyorum, Jeon. Fakat darbelerin ne amaçla sana atıldığını ve ne şiddette geldiğini ayırt edemiyorsun! Bana böyle bakamazsın!"

narcotiqueWhere stories live. Discover now