ertesi sabah ise önceden oturduğumuz masaya otumuş, buharı tüten kahvemi içmeye başlamıştım. bir yandan da gözlerim onu arıyor, her kapının açılmasında o mu geldi diye bakıyordum. on dakika sonra beklediğim kişi içeriye girmiş, her zaman yaptığı gibi dan amca'nın yanına gitmişti. dan amca, o gelmeden önce hazırladığı kahvesini verip gülümsemişti. sonra bir an gözü bana kaymıştı. büyük bir ihtimal beni hatırlatsa mı diye düşünmüştü ama sonra vazgeçip meşhur kurabiyelerini pişirmeye gitmişti. rena arkasını dönmüş ve bana bakmadan her zamanki zamanki masasına doğru yürümeye başlamıştı. ben ise yüzüm asık bir şekilde, yalnız bir şekilde kahvemi yudumlamıştım.
bu durum birkaç gün daha böyle devam etmişti. o aynı saatte gelip kahvesini içiyor ve aynı masada, kendi başına oturuyordu. ben ise o kapıdan girip kahvesini alana kadar onu izliyor, sonra da fleur de lys'ten ayrılıyordum. bu belki bir hafta, belki de on gün boyunca böyle devam etmişti.
bir çarşamba günü eve doğru yürürken dan amcanın kafesinde çalışan woojin'i görmüştüm. o da beni görmüş, gülümseyerek yanıma gelmişti. açıkçası onun nerede oturduğunu bilmiyordum ama evime giden yolda benimle birlikte yürümeye başlayınca sesimi çıkarmamıştım.
"nasılsın woojin? hayat nasıl gidiyor?" demiş ve tebessüm etmiştim. woojin iyi bir çocuktu. çocuk dediğime bakmayın, benden sadece iki yaş küçüktü. haftada üç kez fleur de lys'de çalışıyordu ve istediği üniversiteyi kazanmak için tekrardan sınava hazırlanıyordu.
"iyi değilim aslında chan."
"ne oldu?" şaşkın bir şekilde ona bakmıştım. hep güler yüzlü ve pozitif olan woojin'in böyle demesi beni meraka düşürmüştü.
biraz çekingen bir şekilde başlamıştı anlatmaya. babasının göz ameliyatı olduğunu ama ameliyatın iyi geçmediğini ve babasının artık göremediğini söylemişti. en çok da eşini ve tek çocuğunu artık göremediğine üzüldüğünü ama yine de şükrettiğini anlatmıştı. kendisi ve annesi üzüldüğü için onları teselli ettiğini, "en azından sesinizi duyuyor, kokunuzu içime çekebiliyorum. buna da şükür, alışacağız," dediğini duyduğumda içim burkulmuştu. babasının yaşadığı zorluklar karşısında yine de iyimser olup şükretmesi bana çok dokunmuştu.
eve gittiğimde de woojin'in anlattıklarını düşünmüştüm. sonra da aklıma rena beni hatırlamayacak diye düşünüp üzüldüğüm, onunla konuşmayı bıraktığım gelmişti. hemen vazgeçmiş ve kendimi üzüntülere boğmuştum. halbuki ben onu görebiliyordum, o beni kısa bir süre sonra unutsa bile konuşabiliyorduk ve anılarımız onun zihninde saklanamasa bile benim zihnimde saklanıyordu. bu yüzden gece yatmadan önce kendime bir söz vermiştim: o beni hatırlamasa bile her gün onunla konuşacaktım. gerekirse onunla tekrar tekrar tanışacaktım. pes etmeyecektim.
ertesi sabah istikrarlı bir şekilde kalkmış, ağzıma birkaç şey attıktan sonra evden çıkmıştım. hızlı adımlarla her gün geçtiğim kaldırımlardan geçmiş, kulaklıklarımdan yayılan güzel şarkı ile avusturalya'nın yeni uyanan sokaklarına merhaba demiştim. fleur de lys'e vardığımda ise dan amca dükkanı yeni açmıştı. beni görünce sıcak bir şekilde gülümsemiş ve "yakında benden de erken geleceksin chris," demişti. ben de içten bir şekilde gülümsemiştim. sonra da mutfakta ona biraz yardım edip her zamanki köşeme geçmiştim.
bir yandan kitap okumaya çalıştığım, bir yandan da onun gelmesini beklediğim dakikalar sonucunda kapı açılmış ve o içeri girmişti. ben heyecanımı bastırmaya çalışırken o kahvesini almış, her zamanki masasına geçmişti. ben de oturduğum yerden kalkıp onun yanına gitmiştim. cesaretimi toplamış, karşısına oturmuştum. bana şaşkın bir şekilde bakmıştı. aynı benim ona ilk gün yanıma geldiğinde baktığım gibi...
"buraya oturabilir miyim?" diye sormuştum. halbuki zaten ondan izin almadan önce oturmuştum ama panikle ne diyeceğimi bilememiştim.
"tabii," demiş ve başını sallamıştı. yine de şaşkınlığını üzerinden atamamıştı. gözleri bileklerine kaymış, bazı notlarını okumuştu. belki de soru sorarım diye ön hazırlık yapıyordu. bu yüzden sakince okuduklarını hazmetmesini beklemiş ve zamanı geldiğinde adının ne olduğunu sormuştum.
"ismini öğrenebilir miyim?
"rena. senin adın ne?"
bu sefer adımı onun sorması hoşuma gitmişti. gülümseyerek "christopher chan," demiştim. o da tebessüm etmişti. sonra ona yaşını sormuştum tekrardan, neler yapmaktan hoşlandığını ve en sevdiği yiyeceği de sormuştum. sanki bu soruları karşımdaki rena cevaplamıyordu, sanki beş sene önceki rena cevaplıyordu ama onun biraz çocuksu olan cevaplarını, tepkilerini de sevmiştim.
o gün kendime güvenim gelmiş, bu diğer günler tekrar tekrar onunla tanışmam için bana cesaret vermişti. aynı zamanda her geçen gün onun hakkında yeni şeyler de öğrenmiştim. mesela ertesi gün en sevdiği şarkıları öğrenmiştim, sonra favori renklerini öğrenmiştim. favori yazarı, en sevdiği televizyon programı, öğrenmek istediği dilleri de öğrenmiştim. öğrenmek istediği dilleri sayarken içim burkulmuştu ama ona çaktırmamak için elimden geleni yapmıştım. kısaca her gün konuşmamız aynı başlasa ve o defalarca ismimi öğrenip unutsa bile ben onun hakkında çok şey öğrenmiştim. dan amca ise ilk başlarda hüzünlü bakışları ile bizi izlese de sonradan bu duruma alışmıştı. hatta onunla konuşup ilgilenmem hoşuna gitmeye başlamıştı.
yine bir gün, gece boyunca ödev yaptığım için geç uyanmıştım. hızla hazırlanıp evden çıksam bile çok geç kalmıştım. büyük bir ihtimal rena gelmişti, hatta gitmiş bile olabilirdi. dersime bir saat olduğunu görünce kafeye uğramaya karar vermiştim. aceleci adımlarla fleur de lys'e ulaşmıştım ve onu aynı yerinde otururken bulmuştum. rahatlamış bir şekilde yanına gitmiştim. sonra dudaklarımdan "geç kaldım, değil mi?" kelimeleri firar etmişti. ne dediğimin farkına varınca gözlerimi büyütmüştüm ve hatamı düzeltmek için ağzımı aralamıştım ama verdiği tepki ile kalakalmıştım. bana şaşkın bir şekilde bakmamıştı. sanki gerçekten beni bekliyormuş gibi rahat bir şekilde bakmıştı. bu yüzden karşısına oturmuş ve "rena?" demiştim.
birkaç saniye daha sessizliğini korumuştu ama sonra çekingen bir yüz ifadesiyle bana şu cümleyi söylemişti:
"ismin chan'dı, değil mi?"
şaşkınlıkla ona bakakalmıştım. benden bir cevap beklediğini fark edince "beni hatırlıyor musun?" diye sormuştum.
başını onaylarcasına sallamıştı. kendisi de bu duruma şaşırmış gibi duruyordu. "burada bir hastalığımın olduğu ve on dört yaşımdan sonra tanıştığım kimseyi hatırlayamadığım yazıyor," diyip bileğini göstermişti. "ama ben seni hatırlıyorum. nereden hatırlıyorum bilmiyorum ama tanıdık geliyorsun."
gözlerimden yaşların süzüldüğünü fark etmemiştim bile. bir şey demeden ayağa kalkmış ve kollarımı onun bedenine dolamıştım. bana karşılık vermemişti ilk başta ama bir süre sonra o da bana sarılmıştı. "şükürler olsun," diye mırıldanmıştım. "şükürler olsun..."
the end
flora banks'in tek anısı'ndan etkilenerek yazılmıştır.
-eddie
[selam! normalde bu hikaye bir one-shot idi ama planladığımdan uzun oldu. o yüzden ben de dörde böldüm. umarım beğenmişsinizdir.]

YOU ARE READING
fleur de lys café; bang chan
Fanfiction[short story] chan, her sabah gidip fındıklı americano içtiği kafede bir kız ile tanışır. dedicated to @hantenshi 231119 ✿