Günler hızla akıp gidiyordu ve ben her şeyle bağlantımı kesmiştim. Yemek yemiyordum, ders dinlemiyordum, kimseyle konuşmuyordum. Sadece yapmak zorunda olduğum şeyleri yapıyordum. Jung Jaehyun'sa her şeyden habersiz her zamanki gibi tüm kibarlığı, samimiyeti ve ihtişamıyla yuvarlanıp gidiyordu.
"Ders bitmiştir! Anlattığım konulara evde tekrar bakmayı unutmayın, sınavlar yaklaşıyor."
Hangi dersin hocası olduğunu bilmediğim bir adam bağırmış ve sınıfı terk etmişti. Onun çıkmasıyla herkes yavaşça büyük odayı terk ederken ben, yerime yapışmış gibi oturmaya ve Jung Jaehyun'u izlemeye devam ediyordum. Son haftalarda tek işimin gücümün o, onu düşünmek, onu izlemek olmasından dolayı artık yaptığı hareketlere hakim olmuştum ve söylemeden geçmek istemediğim bir şey var ki; Jaehyun'un yaptığı her şey harikaydı.
"Hey, Lee Taeyong!"
Ne?
Aman tanrım, aman tanrım, AMAN TANRIM!
JUNG JAEHYUN BANA MI SESLENMİŞTİ?
Ne yapacağımı bilemedim sanki devrelerim yanmış gibiydi.
"Acaba uyuyor mu? Zaten sınıfta bir biz kaldık."
Çaktırmadan Jaehyun'a baktım. Dudaklarını büzmüş birkaç metre ileride bana bakıyordu. O kadarrrr tatlıydı ki... bir dondurmaymışım da sıcak güneşin altında eriyormuşum gibi hissettim.
Jung Jaehyun'un da dediği gibi uyuyor taklidi yaptım ama bana ne demek istediğini de öğrenmek için yanıp tutuşuyordum.
Birkaç adım sesi. Dibimden gelen bebek kokusu.
TANRI AŞKINA KAÇ YAŞINDAYDI BU ADAM? BEBEK KOLONYASI SIKMAK DA NEYİN NESİYDİ? Canıma kastı vardı ve ölmem için her yolu deniyordu, tüm bunların başka bir açıklaması olamazdı.
"Lee Taeyong, ders bitti. Taeyong-ah"
Taeyong-ah mı? Sanırım buraya kadarmış. Yaşamam gereken tüm güzel şeyleri son beş dakikada yaşadığım için ölme vaktim geldi de geçiyor.
Yine kalkmamıştım. Salak mıydım neden hâlâ kalmıyordum ki? Durun ben söyleyeyim; Jung Jaehyun'un bu kadar yakınımda olması hoşuma gitmişti.
Yavaşça yanıma oturdu. O geldiği için gözlerimi kapatmıştım, ne tepki verdiğini göremiyordum.
"Acaba çok mu hasta? Dersleri de dinlemiyor bu aralar. Hiii! ya bayıldıysa?"
Ya sen bebek misin şapşal şey! Tepkileri o kadar masumdu ki ağlamamak için zor duruyordum.
Bu arada;sanırım bazı şeyleri basite indirgeyerek çok yanlış yapmıştım. Şu an hepsi içimde birer havaifişek gibi gökyüzüne süzülüp patlıyordu.
" Taeyong-ah, lütfen uyan."
Jung Jaehyun'a mendil, bana oscar diyerek yaptığım bu anlamsız oyunu sonlandırmaya karar vermiştim. Ayrıca bu yaptığım çok kötü bir şeydi. Çocuk benim için endişelenmişti.
Jaehyun başımı yasladığım sıradan yavaşça kaldırmış ve beni belimden kavramıştı. Uyanmam için yanaklarımı sıkıyordu. Ne biçin uyandırma yöntemiydi bunlar? Yuta olsa kıçıma iki tane tekme basmıştı bile.
"Ah!"
Yalandan, hafif bir inlemeyle sonunda gözlerimi açmış ve Jung Jaehyun'un kusursuz yüzüne 2 milimlik mesafeyle bakma onuruna ermiştim.
"Taeyong-ah herkes çıkmıştı ve ben de senden bir şey rica edecektim fakat uzun süre cevap vermeyince gelip seni yoklamak istedim. İyi misin?"
Dudaklarına baktım. Lipbalmının yarısı çekilmiş birazı da hâlâ duruyordu. Çok öpülesilerdi fakat, hayır Lee Taeyong kendine gel ve arkadaşını korkutacak bir şey yapma.
"Dün gece oyun oynamıştım da, o yüzden biraz uykusuzum ama iyiyim sorun yok."
Yalana gel. İyi falan değildim. Kalbim çok hızlı atıyordu hatta o kadar hızlı atıyordu ki göğüs kafesimden fırlayıp önümüze düşecek diye korkmaya başlamıştım.
"Ah, daha büyük bir sorun olmamasına sevindim." dedi koccccaman gülümseyerek. Oppsie, sanırım yeniden dondurma formuna giriyorum.
Gülümsemesini sürdürürken yavaşça ellerini ilk önce belimden sonra da boynumdan çekti.
Hâlâ bu olağanüstü ortamın bölünmemesi beni bir rüyadaymışız fikrine inandırıyordu ya da sadece Tanrı'nın 'Buyur kulum bugün bonkör davranmak istedim ve sana bu güzel dakikaları bahşettim' deme şekliydi.
"Sen ne isteyecektin benden?"
Bu önemli bir soruydu. O kadar oyunculuğu ne için yapmıştım öğrenmek, benim en büyük hakkımdı şu an.
"Bugün Sicheng ve Nakamoto Yuta'nın dersleri hep ortakmış. Eğer arkadaşının yanına gideceksen Sicheng'a dosyasını verir misin diyecektim, bende kalmış da."
Geri zekâlı benle uğraşmak yerine Jaehyun çoktan dosyayı götürebilirdi ama o iyi bir insan olduğu için benim ciddi bir şeyim var sanmış ve kaç dakika boyunca benim yanımda olmuştu. Tüm gün boyunca ilk defa utanmıştım. Onun güzel muamelesini hak etmiyordum.
"Jaehyun tabii ki de götürürüm. Ayrıca çok özür dilerim, kaç dakikadır seni bekletiyorum. Zaten zamanın olsaydı Sicheng'a kendin götürürdün. Cidden çok özür dilerim bö-"
Elimi tutmuştu.
"Sorun değil Taeyong-ah. Ya daha önemli bir şeyin olsaydı ve ben seni yoksayıp gitseydim. 15 dakikamı bir arkadaşıma ayırmayacaksam neden bu kadar koşturuyorum ki gün içinde? O kadar koşturma, arkadaşıma zaman ayırmaz ve onla ilgilenmezsem hiçbir işe yaramaz. Böyle şeyler daha önemlidir. "
Ne diyebilirdim ki bu güzel düşünceleri karşısında. Bugüne kadar - gezi günü dışında çünkü o gün müzeyi birlikte gezmiş ve sanatla ilgili birkaç şey konuşmuştuk- doğru düzgün hiç konuşmuşluğumuz bile yoktu fakat beni çok sevdiği bir arkadaşı gibi görmüştü ve öyle muamele etmişti.
"Teşekkür ederim Jaehyun, dosyayı da hemen götüreceğim."
Siyah kapaklı dosyayı önüme bıraktıktan sonra topladığı eşyalarını kucağına aldı. Son kez bana baktı, minik bir tebessüm ederek hızlıca büyük salonu terk etti.
Bahçıvanınızın iyi olması çiçeklerinizle alakalı size kocaman bir güven verir.
17/03/20,salı
bugünlük bu kadar bölüm yeter sanırım
zaten 181648134 gğn sonra tekrsr bölüm atarım anca 🤡
şaka umarım beğenirsiniz😢💗
ŞİMDİ OKUDUĞUN
minik tohumlarım büyüyüp kalp kırıklarına dönüştü :: 𝒋𝒂𝒆𝒚𝒐𝒏𝒈
FanfictionMinik çiçekleriniz, kokularıyla ve sevimli görüntüleriyle kalbinizi sıcacık ediyor olabilir ancak dikkat etmelisiniz; bir anda her saniye canınızı yakan zehirli ve dikenli bitkilere dönmeyeceklerinin garantisini size yalnızca bahçıvanınız verebilir.