BİRİNCİ BÖLÜM │XVII

187 6 2
                                    


XVII


Birinin gürültüyle sofaya girdiğini duydular ve irkilerek birbirlerine baktılar.

Kapı yavaşça açıldığında koca cüssesiyle Ribin'i gördüler. Ribin gülümseyerek, "Sizleri göreceğim geldi; döndüm işte," dedi.

Üzerinde katran lekeleri içinde kısa bir kürk ceket, başında kalpak, ayağında ise örme bir çarık vardı, belindeki kuşaktan kara bir çift eldiven sarkıyordu.

"Nasılsınız bakalım? Demek çıktın ha, Pavel?"

Her zamankinden daha yumuşak bir sesle konuşuyor, ağzı kulaklarında bir tebessümle gülüyor, sakalı sanki daha bir gürleşmiş gibi görünüyordu.

Ana, Ribin'i gördüğüne sevinmişti. Hemen yanına gidip kocaman kara elini sıktı ve yakıcı katran kokusunu içine çekerek, "Ribin, sen ha... seni gördüğüme nasıl sevindiğimi bilemezsin..." dedi.

Pavel, onu tepeden tırnağa süzerek gülümsedi ve "Pek hoş bir köylücük olmuşsun," dedi.

Ribin acele etmeden paltosunu çıkararak, "Evet ya," dedi. "Yeniden köylü oldum. Siz de gittikçe efendileşiyorsunuz, ben ise geriye gidiyorum."

Üzerindeki köylü gömleğini düzelterek içeriye geçti, dikkatle odayı süzdü ve "Bakıyorum da, eşyalar çoğalmamış, ama kitaplarda artış var," dedi. "Hadi anlatın bakalım, işler ne âlemde?"

Bacaklarını ayırıp ellerini dizlerine dayayarak oturdu ve kara gözlerini soran bir ifadeyle Pavel'e dikerek yanıt bekledi.

"İşler iyi," dedi Pavel.

Ribin şakayla, "Ekiyoruz, biçiyoruz, içki yapıp içiyoruz ve devrilip yatıyoruz, ha?" diye güldü.

Ana sordu:

"Çay ister misin?"

"Memnun olurum, mümkünse bir kadeh de votka... Yiyecek bir şey ikram ederseniz, ona da hayır demem. Sizleri gördüğüme çok sevindim."

Pavel karşısına geçip oturdu:

"Eee, siz nasılsınız bakalım?"

"Fena sayılmam. Eskilddiyevo'ya yerleştim. Biliyor musunuz orayı? Pek güzel bir köy. Nüfusu iki binden fazla, her yıl iki kez panayır kuruluyor. Yalnız halkı kötü durumda. Toprakları yok, kiralıyorlar, toprak ise verimsiz. Ben halkın kanını emen heriflerden birinin yanında ırgat olarak çalışıyorum. Orada, leşe üşüşmüş sinekler kadar çoklar bu herifler. Bütün gün kömür yakıyoruz, kayın ağaçlarından katran çıkarıyoruz, burada kazandığımın ancak çeyreğini alıyorum, ama belim buradakinin iki katı bükülüyor. Benim kan emicinin yanında yedi kişi çalışıyoruz. Diğerlerinin hepsi o köyden gençler, zararsız, okur yazar arkadaşlar. Hele bir Efim var ki! Nasıl da öfkeli!"

Pavel heyecanla dinliyordu.

"Peki, siz onlarla sohbet ediyor musunuz?" diye sordu.

"Eee, susup oturacak değilim herhalde. Burada çıkan bildirilerin hepsinden götürdüm yanımda. Elimde otuz dört tane bildiri var, ama ben işimi daha çok İncil'le görüyorum. Orada vakfa ait bir İncil buldum, üstelik Saint-Synod yayını olduğundan hem yasak değil, hem de daha inandırıcı oluyor."

Bunu söylerken Pavel'e göz kırptı ve gülerek konuşmaya devam etti:

"Ama bu yeterli olmuyor elbette. Ben de senden kitap istemek için geldim. Hani şu sözünü ettiğim Efim'le beraber katran teslimine çıkmıştık, yolumuzu değiştirip sana geldik. O da burada. Sen şu kitapları o gelmeden bana ver, her şeyi bilmesine gerek yok."

AnaWhere stories live. Discover now