BÖLÜM 5: Banyo

39 2 0
                                    

Kahretsin, dedi Alexi içinden. Belki de dışından kim bilir? Elini yavaşça tuttuğu eski, cilası kavlamış, sert dolap kolundan çekti. Yapacağı konuşmanın provasını kafasında tasarlamaya çalışıyordu ama vakit yoktu. İlk günden dolap karıştıran meraklı bir hizmetçi gibi değil de; işini iyi yapan, güvenilir bir hanımefendi olarak anılmak istiyordu. Bunları düşünmek için çok geçti. Merakına yenik düşmüştü ve cezasını çekecekti. Başına ne geldiyse merakı yüzünden geliyordu ve bu durum Alexi'nin canını çok sıksa da vazgeçemiyordu.

Sıkılarak dudaklarını sıktı. Titreyen ellerini sabtleyip arkasına döndü. Gördüğü şey, kanını donduran cinstendi. Titreyen ensesine dokunarak, utandığını söylemeye hazırlanıyordu ki genç adam kızın ağzının açılmasına bile fırsat vermeden ona yöneldi.

Andrew o kadar çok öfkelenmişti ki, sinirlerini kontrol etmek için sıktığı çenesi dışardan bakıldığında gerçekten ürkütücü görünüyordu. Adeta tıslayarak genç kızın dolap kolundaki eline yöneldi. Bileğinden sıkıca kavrayarak onu bir kaç kere sarstı. Alexi çok şaşırmıştı. İlk kez böyle bir muameleyle karşı karşıyaydı ve ne yapacağı hakkında en ufak fikri yoktu. Tek bildiği birazdan dolan gözlerindeki yaşların boşalacağı ve bileğinde duyduğu acının eşiğiydi. 

Titreyen göz kapaklarını kapatmamak için kendini zor tutuyordu. Yapacağı tek yanlış onu güçsüz ve sulugöz bir kız yapacaktı. Andrew'in tuttuğu bileğine bakarak, kendine verdiği sözü düşündü. Bu onu güçlü kılmaya itecek tek şeydi. Bu koskoca şatodaki yalnızlığını yalnızca ailesine ve kendisine verdiği söz yok edecekti.

Andrew, kızın kolunu hala tutuyordu. Buz mavisi gözlerini kızınkilere dikmiş, vereceği tepkiyi bekliyordu. Aralanmış dudakları yalnızca sinirlendiği zamanlarda düz bir çizgi halini alırdı. Karşısındaki korkmuş kıza tekrar baktı ve normale dönmesi gerektiğine karar verdi. Zira bu halinden kendi de hoşlanmıyordu. Nefes alış verişlerini düzene sokmaya çalışarak, kızın bileğini bıraktı. Odada yalnızca o ikisi vardı ama, varolan ısı odada yüz kişilik bir ordu varmış gibi hissettiriyordu. 

Genç kız başını kaldırararak Andrew'e baktı. Odaya girdiği ilk zamanki halinden daha yumuşaktı şimdi. Gözleri hala sıcak maviye dönememişti, buz gibiydi. Ama gözlerinin etrafındaki çizgiler düzelmiş onu yeniden asıl yaşına döndürmüşlerdi.

Boğazını hafifçe temizledikten sonra elini başına koydu genç adam. Az önce dünyanın en büyük hatasını yapmış kadar pişman ve mutsuz görünüyordu. Genç kız ne olduğunu anlayamamıştı. Üzgün ve pişman olması  gereken biri varsa o da, oydu. 

-Üzgünüm, dedi Andrew çok kısık sesle. O kadar kısık sesle söylemişti ki, kendisi bile zor duymuştu, Alexi bundan emindi. 

Bu çok normal, diye düşündü Alexi. Ne de olsa o bir prensti. Alexi'ye iyi davranmak zorunda değildi ve Alexi bu şatodaki konumunun farkındaydı. Mahçup bir ifadeyle başını yerdeki koyu renkteki döşemelere dikti Alexi. Konuşmaya başlamadan önce son kez baktı Andrew'e. Meraklı gözleriyle kendisini izliyordu. Sanki ağzından çıkacak kelimeleri bekliyordu. Genç kız daha çok mahçup oldu. 

-Ben, çok üzgünüm efendim. Hata yaptım farkındayım. Ama bir daha tekrarlanmayak bundan emin olun. Lütfen efendim, lütfen beni göndermeyin. 

Alexi'nin sesi o kadar üzgün çıkmıştı ki. Dokunsalar ağlayacaktı da hiçkimse dokunmasın istiyordu sanki. 

Andrew kısa, tok bir kahkaha attı. Bu kahkaha odadaki kasveti biraz olsun alıp götürmüştü. 

-Hiçbir yere gitmiyorsun Alexi. Seni göndermek gibi bir niyetim yok. 

Alexi rahatlamıştı doğrusu. Ellerini göğsüne bastırarak başını yukarı kaldırdı. Tanrı, ona yardım ediyordu ve Alexi bundan artık kesinlikle emindi. 

LANETLİ ÖPÜCÜKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin