Martılar ve Sanrılar

66 26 6
                                    


Ninovalı bir kız öldü. Daha küçük, üç yaşlarında...
Oysa denizden uzak,
Ninova'dan uzak,
savaştan uzak,
bu çarpık şehre, ölümden kaçmışlardı. Evlerini, fotoğraflarını, kumlarını, çöllerini, bez bebelerini, taş bebelerini bırakmışlardı. Ellerinde kala kala yükte hafif pahada ağır: Kederleri, türküleri ve ağıtları kalmıştı. Şimdi ağıt zamanıydı.Öyleyse
de ki: Oy havar...

" - Martılar doluştu çarpık sokağımıza. Hiç gelmezlerdi. Ne işleri vardı burada?
   - Bilmem.
   - Et yer mi martılar?
   - Balık yiyorlar ya! "

Bu şehirde hemen herkes Ninovalı. Ağıtlar tanıdık. Çünkü onlar da Ninovalı. Tanıdık olmayan, martılar. Herkesin gözü martılarda. Ölü kızın gözleri bile martılarda.
Telaşla uçuşuyorlar. Havada hızla devinen apak kuşlar... Bir parça et kapmak uğraşındalar. Başarıyorlar da: Gagalarında küçük et parçaları... Kim bilir neresinden koparmışlar? Kolundan mı, ayağından mı, karnından mı? Anne ağıt tutmayı bırakmış, çığlık çığlığa... Martılar çığlık çığlığa...
Ninovalılar cesetlerini unutmuş, şaşkın haldeler. Hayatlarında ilk kez martı gördüklerinden olacak. Yanlız onlar mı şaşkın? Daha önce kim görmüş ki insan eti yiyen martı?
Bir tanesi hemen önüme, balkonun korkuluğuna, konuverdi. Ağzında kızın küçük bir parmağı. Başparmağı olacak. Korkudan kapıya seğirttim. Kemikli eti yiyemiyor, öfkeyle didikliyordu. O didikledikçe ben bir tuhaf oluyordum ama korkudan engel de olamıyordum. Onu ancak, elime geçirebildiğim bir kaç kitabı fırlatarak, kaçırabildim.
Balkona geri döndüğümde parmağı neredeyse kemikten ibaret halde buldum. Tırnak bile yoktu ortada. Mide bulandırıcı bir görünüşü vardı: Apak kemiğin üzerinde minik et parçaları ve kırmızı lekeler. Ona baktıkça tüylerim dikeliyordu. Ölüm, salt haliyle önümdeydi işte. Onu kılcal damarlarıma dek hissediyordum.
Ah! Ninovalı kız, seni ben öldürmüş kadar ben de öldürdüm. Etinden yedim hatta. Parça parça... Bitesiye... Arsızcasına...
Annem telaşla girdi odaya. Onu hiç böyle görmemiştim. Hüzün, yüzüne çöreklenmiş, kısa sürede yaşlandırmıştı. Dokunsam ağlayacak...
- Ah! Oğlum, ne olacak senin bu halin, diye söze başladı. Hulusi Bey geldi. Yaşlı başlı adamın kafasına kitap fırlatmak da ne oluyor? Tak etti artık canıma. Geçen gün de dolaptaki tüm etleri çiğ çiğ balkonlarına atmışsın. Alttan alayım dedim o zaman, ama sabır bırakmadı bu son yaptığıyla diyor. Domuz herif, Allah bilir etlerin hepsini yemiştir de sesini o yüzden çıkarmamıştır. Görsen, nah şöyle şişirmişsin alnını. Gülmekten zor alıkoydum kendimi. Oğlum, Hulusi Bey falan umrumda değil de; senin için endişeleniyorum. Ne olursun dikkat et kendine. Bırak şu saçmalıkları artık. Hem rezil rüsva oluyoruz elaleme. Bak oğlum, tüm bu olanlaaa...
Ağıtlar öyle yükseldi ki annemi duyamaz oldum. Sadece, ağzının sert ve keskin devinişlerini görebiliyordum. Belli ki kızmaya başlamıştı. Umrumda değildi. Martılar iyiden iyiye artmıştı. Anlaşılan iyice mesken tutacaklardı burayı.

Ai ajuns la finalul capitolelor publicate.

⏰ Ultima actualizare: Apr 06, 2020 ⏰

Adaugă această povestire la Biblioteca ta pentru a primi notificări despre capitolele noi!

MARTILAR VE SANRILARUnde poveștirile trăiesc. Descoperă acum