4'

1.7K 169 155
                                    

Medya They Call Me Devil şarkısının Multifemale hali. Bu aralar bunlara hastayım.

Küçük bir rica, daha fazla kişiyle zihnimdeki dünyayı paylaşabilmem için bu kitabı seveceğini düşündüğünüz kişileri etiketleyebilir misiniz?

İyi okumalar.

'

Büyük Salon'a Dippet'ın arkasından girdiğimde pek çok kişi bizi henüz görmemişti.

Gözlerim bir anlığına etrafta gezindi. Hızlıca attığım tek bir bakış her şeyi net görmeme izin vermese de, dört ayrı masayı ve oturanların cübbelerinin renk farklarını seçebilmiştim.

Yürürken dikleştim ve yeşille gri renklerinin hakim olduğu masaya daha uzun bir süre baktım. Olmam gereken yer işte orasıydı, Slytherin masası.

Hemen önümden ilerleyen Dippet ellerini kaldırdı ve masaların sessizleşmesini bekledi. Sessizlik yavaşça sağlandığında insanların gözleri ilk Profesör'ü, sonra da beni buldu. Yüzümdeki kayıtsızlık maskesini korudum, ilgiye alışıktım.

Dippet, "Lütfen dikkatinizi verin," dedi öğrencilere. "Az sonra Büyük Salon, yeni bir öğrenci seçimine ev sahipliği yapacak. Yeni Hogwarts ailesi üyesi, İtalya'nın en saygın büyücü okullarından biri olan Trappola'dan geliyor. Eğer o isterse size kendisini tanıtır. Okul yılı içinde transfer öğrenci alımı pek tercihimiz olmasa da, o bir istisna."

Bana doğru döndü ve elindeki şapkayı yavaşça bana verdi. Sanki kutsal bir törendeymiş gibi bir havaya bürünmüştü birdenbire. Yüzündeki duyguları okuyamıyordum, çözemeyeceğim kadar hızlı değişiyordu çünkü.

Eliyle ne ara bina masalarının konulduğunu anlamadığım sandalyeyi gösterdi oturmam için ve profesörlere ayrılan kısma ilerlemeye başladı.

Gururlu havamdan taviz vermeden umursamaz bir şekilde sandalyeye ilerledim. Oturduğumda derin bir nefes aldım ve tırnaklarının istemsizce saplandığı şapkayı kafama götürdüm.

Şapka başımdayken birdenbire konuşmaya başladı. Sıkıntı şuydu ki, benimle ilgili söylemesini istemediğim şeyler Büyük Salon'un duvarlarında yankılanıyordu.

"Ah, çok ilginç, hem de çok. Uzun zamandır böyle ilginç bir Hogwarts öğrencisi zihniyle karşılaşmamıştım. Sana hangi bina en iyi olur sence?"

Cevabımı beklemeden devam etti.

"Adaleti sağlama duygusu kanına işlemiş ancak bir Hufflepuff'ta olması gereken iyilik dolu kalpten yoksunsun. Hufflepuff olmayacağını anladım. Ravenclaw olabilecek kadar zeki ama parlak zekasını görmezden gelen birisi, Ravenclaw olmayı hak eder mi ki? Oysa bak burada ne var... En uygun olduğun bina Gryffindor mu yoksa? Ne kadar cesur olduğunu yüreğinde görebiliyorum."

Dişlerimi sıktım ve şapkaya masaların hepsine ulaşabilecek bir tonda tısladım.

"Eğer beni Slytherin harici bir binaya koyarsan, seni yırtar, ardından da tamir edilememen için yakarım şapka. İnan bana, küllerinin nerede olduğunu bile bulamazlar."

Birkaç şaşkın nida Gryffindor masası tarafından yükseldi. Onları şaşırtacak bir şey miydi bu yaptığım? Gözlerimin içinde şapka yüzünden biriken sinirle masaya aşağılayıcı bir bakış attım. Burası mıydı okulun gözde binası? Oysa ben sadece bir avuç ezik görüyordum.

Tehdit içeren az önceki sözlerim şapkayı çok da tedirgin etmişe benzemiyordu.

"Demek Gryffindor da değilsin. Pekâlâ, kalbindeki arzuyu görebiliyorum. İçindeki uyanmayı bekleyen devasa güç, kurnazlık ve safkanlığa düşkünlüğün senin olman gereken binayı işaret ediyor. Sana en uygun seçenek, çok açık ki belli. SLYTHERIN!"

Slytherin masasından kopan bir alkış tufanı salonu inletti. Bazı oğlanların ayakta ellerini çırparak tezahürat ettiğini dahi görebiliyordum. Diğer binalar ise kısa süreli bir sessizliğe bürünmüş, ardından da Slytherin masasının şamatasını bırakıp beni izlemeye geri dönmüşlerdi.

Yavaş ama kendimden emin, sandalyeden kalktım. Kafamdaki şapkayı çıkartıp sandalyenin üstüne bıraktım, ardından da sağlam adımlarla Slytherin masasına doğru ilerlemeye başladım. Başkasının tatlı diyebileceği, benim ise şeytani olduğunu bildiğim bir tebessüm yüzümdeydi.

Kendime güvenim her zamanki gibi tamdı; sonunda olmam gereken yerde, Slytherin'deydim. (Şu cümleyi azıcık RainBee5'ten çaldım ehe)

Masaya yaklaştığımda yavaşladım ve kimin yanına oturmam gerektiğini hesaplayarak gözlerimi masada dolandırdım. Bina içi hiyerarşide yüksek ama kendi halinde insanlar, şimdilik göze batmamak için uygundu.

Platin sarısı saçlı bir kız duraksamamı fark ederek elini kaldırdı ve gülümserken beni yanına çağırdı. Ben de ona yüzümdeki gülümsemeyi bozmadan baktım ve onun yanına adımladım. Yanındaki tek kişilik boş yere yerleştiğimde sağ elini bana uzattı.

"Adım Rhea, Rhea Malfoy. Peki ya sen?"

Demek o bir Malfoy'du. Oturma seçimimi düzgün yaptığım ve en köklü safkan ailelerden birinin kızının yanında olduğum için kendimi tebrik ettim.

Elini sıkmadan hemen önce yüzünü inceledim. Bana biraz benzese de gözleri maviydi ve saçlarımın sarısı asla onunki kadar açık olamazdı. Üstelik, benimkinin aksine onun gülümsemesi oldukça sevecen ve neşe doluydu.

Aslında birileriyle uğraşmadığım zamanlar hariç insanlarla temas halinde bulunmaktan hoşlanmazdım ancak toplum kurallarından da haberdardım. Şimdi elini sıkmamam demek, onun dostluk teklifini geri çevirmem demekti ve şu anda göze batmamaya çalışırken buna kesinlikle ihtiyacım yoktu.

Ben de sağ elimi kaldırdım ve parmaklarımı avuç içiyle buluşturdum. Dudaklarım arasından keskince dökülen ismim, gözlerini şaşkınlıkla aralamasına sebep olmuştu.

"Adım Adalyne, Adalyne Greta Montague."

Gözleri hâlâ normal boyutunun iki katı büyüklükteyken konuştu. "Yoksa sen... Yo hayır, imkansız."

Sesi normalin iki katı yüksek çıkmıştı, masada oturan diğer Slytherinliler neler olduğunu anlamaya çalışırcasına ona bakarken ses yüksekliğini fark etti ve daha kısık bir sesle konuşmaya karar verdi.

"Sen Christie ve Michael Montague'nün kızı olamazsın, değil mi? Hani şu suçsuz yere Azkaban'a atılan yandaşlarımızın."

Yüzümdeki gülümseme birden metal bir kalkana döndü. Kenarları keskindi, dokunursan acıtırdı. Bakamazdın, ışığı yansıtır ve seni kör ederdi. Vuramazdın, vurmayı denediğin oklar üzerinden seker sana geri dönerdi. Bölemezdin, bölmeye çalıştığın kılıcı ikiye ayırabilecek kadar sağlamdı.

Hayatta kalmak istiyorsan tek yol, bu ölümcül gülümsemeye boyun eğmekti.

"Ta kendisiyim."

804 kelime.

Devil's Love 톰Donde viven las historias. Descúbrelo ahora