Binadan ayrıldığımda derin soluklar alıp verdim, hava her zamanki gibiydi, gökyüzünde gri bulutlar dolanıyordu, ılık bir rüzgâr esiyordu ve yağmur her an gelebilecekmiş gibi görünüyordu.
Beni bekleyen arabaya yürüdüm ve kendimi arka koltuğa atıp kafamı geriye yasladım. Başım çatlamak üzereydi.
River'ın kelimeleri kafamda dönerken arabanın durduğunu fark ettim, eve varmıştık ve ben yolun nasıl geçtiğini bile hatırlamıyordum. Arabadan inmeden önce şoföre teşekkür ettim, yorgun adımlarla eve yürüdüm ve kapıyı anahtarımla açıp içeri girdim. İnsanların benden beklediğinin aksine devasa bir evim ya da abartılı eşyalarım yoktu. Sadece Londra'yı ve burada yaşamayı seviyordum, o yüzden Londra'yı yansıttığını düşündüğüm iki katlı, sade bir eve yerleşmiştim.
Üst kata çıkan merdivenleri tırmandım ve kendimi yatak odasına attım. Odanın siyah perdelerini çektikten sonra soyundum ve yatağa girdim.
Kafamı yastığa koyduğumu bile hatırlamıyordum.
*
Ertesi gün uyandığımda saat öğleden sonrayı bulmuştu bile. İlk iş kendimi duşa attım ve önceki günkü uçuşu üstümden yıkadım. Giyinip evden çıktım. Gidecek belli bir yerim yoktu, sadece biraz yürümek istiyordum. Sokaklarda yürümeye başladığımda burayı ne kadar özlediğimi fark ettim. Londra, genç yaşta taşınma şansını elde ettiğim ve çok sevdiğim bir şehirdi, burada birkaç yılı dolu dolu geçirmiştim ama sonrasında Los Angeles'ta da bir ev almış ve farkına bile varmadan, daha çok orada yaşamaya başlamıştım. Bu kış içinse planlarım farklıydı, burada kalıp ailemle daha yakın olmak istiyordum, onlarla geçirebileceğim zaten çok zamanım yoktu ve hazır bir sonraki albümümüzün yayınlanmasına vakit varken bu boş zamanı onlara yakın geçirecektim.
Ellerimi deri montumun ceplerine sokup caddelerde yürümeye başladım. Londra'da olmayı bu yüzden de seviyordum, buradaki insanlar beni görmeye alışmışlardı, yürümek için korumalara ihtiyacım yoktu, gerçi iki tanesinin arkamdan beni takip ettiklerinin bilincindeydim ve bu konuda Mike'a edecek bir iki çift lafım vardı. Koruma istemiyordum. Korumalar bana normal hissettirmiyordu.
Birkaç kişiyle fotoğraf çekmek için durmam gerekti ama bu kadarına hiçbir zaman itirazım olmamıştı zaten. İnsanlar benimle fotoğraf çekmek için durup sonrasında sohbet etmeye bile çalışmadan yollarına devam ediyorlardı. Bunu garipsiyordum ama alışmıştım artık, olduğum insan olmamın getirileriyle yaşamayı öğreneli çok olmuştu. İyi ve kötü yanlarıyla, iyi yanlar beni büyüten insanlara emeklerinin karşılığını verebilmek, genç yaşta gelecek kaygısı gütmeden yaşamak gibi herkesin aklına gelecek şeylerdi. Tabii kızların kendilerini üzerinize atmasını da bu listede sayabilirdiniz.
Bir anda önceki gün ofiste konuşulanlar aklıma geldi.
"Potansiyeli olan bir kız." Mike'ın sözleri kafamın içinde yankılandı. Öyle bir kızı nereden bulacaktım? Daha önemlisi, bulabilecek miydim? Normal bir kız demek kolaydı, normal bir kız bulmaksa kesinlikle kolay değildi.
Bana iyi bir gün dileyen kısık ve melodik bir ses duyduğumda daldığım düşüncelerden sıyrıldım, aksi yönümde yürüyen kızın sırtına baktım, "Hey!"
Kız şaşkınlıkla dönüp bana baktı, gözleri büyürken kısık bir selse, "Bana mı seslendin?" diye sordu.
Kafamı evet anlamında salladım ve "Az önce benimle konuşan sen miydin?" dedim.
Gülümseyerek kafasını salladı, gülümseyişi koyu renkli gözlerine kadar ulaşıyordu. "Evet, bendim."
Bana normal iki insanmışız gibi iyi bir gün geçirmemi dilemişti. Gerçi ben normal insanların birbirine iyi günler dileyip dilemediğinden emin değildim ama uzun zamandır sadece böyle bir dilek duyduğum hiç olmamıştı. "Ah. Şey, fotoğraf filan çekilmek ister misin?" derken tereddütlüydüm.

ESTÁS LEYENDO
Potansiyeli Olan Bir Kız
Fanfic"Mankenler, aktrisler ve şarkıcılar... Harry, bu iş daha fazla böyle devam edemez." dedi, grubumuzun halka ilişkilerinden sorumlu olan Mike. "Harry, hayranların normal birileriyle olduğunu görmek istiyorlar. Fiziği mükemmel olmayan, aileden zengin o...