Theótita

135 19 17
                                    

PLAYLIST

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

PLAYLIST

Eurielle - Carry Me

Yine bir pazartesi günüydü. Oldum olası pazartesilerden nefret ederdim. Bu hostelde uyandığım kaçıncı gündü belki de. Sabahın köründe tempolu bir yürüyüşle metro istasyonuna varmış, bir saat kadar şehir dışına çıkmak için beklemiş ve sahaya ancak varabilmiştim. Öğlene kadar sahada ufak tefek işlerimi halledip dinlenmek için hostele geri dönmüştüm. Son kez raporları düzenlemiş ve saha müdürüne teslim etmiştim. Hostele döndüğümde yorgunluktan bayılacak gibi olduğumdan uyuyakalmıştım. Küfrederek yatağımdan doğruldum. Ayaklarım ısı kaybetmeye başlamıştı bile. Kaç dakika bilmiyorum ama uzun bir süre halıya uykulu gözlerimle bakarken bir yandan dün gece okuduğum romanı geçirdim. Yaklaşık 6 aydır Atina'da Arkeolojik kazılara katılıyordum; bugün evime, Kore'ye dönme vaktiydi. Gece uçuşu, her zamanki gibi ekonomi klasmanı. En ucuzu, en basiti.

Hayatım bunlardan ibaretti işte. Bir arkeoloğun yaşayabileceği en sefil hayattı belki de. Bugünlerde arkeolojiye verilen değer gittikçe azalıyordu. Aklımdan evimi geçirdim. Seul'deki 10 metrekare dairem özlenmeye değmeyecek kadar küçüktü ama insan özlüyordu işte. 6 aydır Atina'nın merkezine yakın leş bir hostelde kalıyordum. Oda 10 kişilikti ve içerisi bira, sigara karışımı kokuyordu. Odanın iki penceresi vardı. Biri dar bir sokağa bakıyordu, diğeri ise hostelin bahçesine bakıyordu. Hostelin bahçesi küçük olsa da şirin bir bahçeydi ve tüm hippi tipler bu bahçede takılır ve partiler düzenlerdi. Bir kaç kez bu partilere katılmıştım ama bu ortamın benim gibi bir tipe uygun olmadığına kanaat getirmiş ve hosteli sadece uyuma istasyonu olarak kullanmaya başlamıştım. Ben bunları aklımdan geçirirken belli ki bir hippi bira (veya şarap bilemiyorum) şişesini kırmıştı ve çok şiddetli bir ses çıkmıştı ortaya. Bu sefer gerçekten uyanmıştım. Zira, bu kokuya ve sese dayanıp uyanmamak büyük meziyetti. Ortak duşta duş aldıktan sonra elime geçen ne varsa giydim. Ve doğruyu söylemek gerekirse bir Koreli için fazla rüküştü. Buradaki insanlar Korelilerin birer moda ilahı olduğunu düşünüyorlardı. Garipti. Defalarca kez Korelilerin de normal insanlar olduğunu anlatmaya çalışmıştım ancak hiçbirinde başarılı olamamıştım. Hippiler kalın kafalıydılar.

Valizimi toplama zamanıydı. Açıkçası yanımda çok fazla kıyafet getirmemiştim. Bir elin parmağını geçmeyecek kadar: T-shirt, iki pantolon, üç şort ve bir hırka. Toplaması uzun sürmemişti ve ben minimalist olduğum için durup şükretmek istedim. 5 dakika sonra check-out'umu yapıp Atina'nın sokaklarında valizimle yürümeye başladım. "Yunanlar nereyi boş görse graffiti yapıyor sanırım." diye düşündüm. Bunu 6 ay sonra keşfetmiştim, evet. Yunanistan sanki medeniyetlerin beşiği gibi geliyordu. Her şey burada başlamıştı. Felsefe, siyaset... Okuduğum her kitapta bir kez daha iyi anlıyordum buranın değerini. Şehrin ortasında kalıntılar görmek çok normal bir olaydı. Valizimi sahile sürükledim ve bir bank bulup oturdum. Emekliliğimi kesinlikle burada geçirmeliydim. Mavi-beyaz bir evde kuşların ve dalgaların sesini dinleyerek ölmeliydim. Ama artık gitme vaktiydi. Son kez Yunan yemekleri yiyeceğim için üzüldüm bir lokantaya girip en sevdiğim yemeklerini söyledim ve tıka basa yedim. Üstüne de son kez Frappe içtim.

TheótitaWhere stories live. Discover now