3

374 35 41
                                    

Mark ve Donghyuck'un tanışmasının üzerinden birkaç hafta geçmişti bile. Tanışmaları pek hoş bir şekilde olmasa da geçirdikleri vakitler boyunca çok eğlenmişler, iki iyi arkadaş olmuşlardı.

Bugün de o günlerden biriydi. Donghyuck Mark'ın evine gelmiş, bilgisayardan oyun oynuyorlardı birlikte.

Mark oyun konusunda Hyuck'tan biraz daha üstündü. Bu yüzden de ne zaman takım oyunu oynasalar hep bir hata yapmasından dolayı ona söylenip dururdu.

"Hyuck o oraya öyle mi atılır? Gol olmayacağı belliydi zaten. Neden kaleyi hedef alarak atmıyorsun?"

"Of, gayet de kaleyi hedef alıyorum. Sadece içeriye göndermeyi başaramıyorum. Her seferinde aynı yapmak zorunda mısın? Bıktım artık bana laf söyleyip durmandan. Oynamıyorum seninle oyun falan."

Donghyuck sinirli ve üzgün bir şekilde oturduğu sandalyeden kalkıp pencerenin önüne gitti. Mark'a kızmıştı. Kendini geliştirmeye çalışıyordu zaten oyun konusunda. Fakat Mark'ın onun bütün çabalarını hiçe sayıp laf söylemesi onu her seferinde üzüyordu.

Arkadaşının ona kırıldığını anlayan Mark da oturduğu yerden kalktı ve onun yanına gitti. Donghyuck ona kızmakta haklıydı, biliyordu. Fakat bu onun elinde olan bir şey değildi. Elinde olsa kesinlikle yapmazdı. Arkadaşları onun için çok önemliydi çünkü.

"Hyuck... Özür dilerim. Böyle söyleyip seni kırmak istemem gerçekten. Tanışalı çok kısa bir zaman olsa dahi sana verdiğim değer çok büyük."

Donghyuck ona doğru döndü.

"Sözlerine kırıyorum evet ama asıl sorun bu değil. Asıl sorun, oyunlara çalışıyor olduğumu bilmene rağmen sanki kendimi hiç çabalamıyormuşum gibi hissettirmen."

"Üzgünüm... Ben bazen çok düşüncesizce davranabiliyorum."

Kollarını arkadaşına sararak sarıldı.

"Beni affedebilir misin? Daha fazla dikkâtli olacağıma söz veriyorum. Seni üzmemek, kırmamak için elimden geleni yapacağım."

Hyuck da ona karşılık olarak sıkıca sarıldı.

"Sana inanıyorum Mark. İyi bir arkadaşsın ve ben seni kaybetmek istemiyorum."

"Ben de seni kaybetmek istemiyorum Hyuck. Buradaki tek arkadaşım sensin."

İkisi de birbirine gülümseyerek baktı. Kollarını ilk ayıran Donghyuck olmuştu.

"Duygusallaştırma beni. Hem ben sana ne diyeceğim bak."

Mark bir anda duygusallığı bir kenara bırakıp meraklı bir şekilde arkadaşının sözlerini bekledi.

"Ne diyeceksin? Bir şey mi oldu? Yine mi bir şey yaptım yoksa?"

Hyuck onun sözlerine, yüzündeki garip meraklı ifadesine karşı kahkaha atmadan duramadı.

O kahkahasını bastırmaya çalışırken hiçbir şey anlamayan Mark hâlâ onun suratına bakıyordu.

"Ne oldu ya, neye gülüyorsun?"

Hyuck sonunda kahkahasını bastırmayı başarabildiğinde gülümseyerek konuştu.

"Yüz ifaden... Çok komikti. Kesinlikle kendini görmen lazımdı. Hani gözleri dolu olan ve kaşları da aşağıya doğru olan dudaklarını büzmüş emoji var ya, onun neredeyse aynısı gibiydi. Ama biraz daha meraklı bir hâl almıştı senin yüzün, onunki üzgün biraz daha. Neyse işte çok sevimli ve çok komik bir yüz ifadesiydi."

Mark ona karşı göz devirdi.

"Ha ha ha, ne kadar da güldüm."

"Sen de hiç şakadan anlamıyorsun Kanada çocuğu. Neyseee, asıl konuya dönüyorum. Şu karşıdaki hastaneye hiç dikkâtli baktın mı?"

"Hayır, niye bakayım ki?"

"Çünkü akıllı çocuk, orada çok tatlı ve taş gibi bir çocuk var. Daha demin üstünü çıkarırken onu görmüş olabilirim he he. Ama konumuz bu mu? Tabii ki değil. İşte bu siyah saçlı afeti kendime almayı düşünüyorum."

"Benimle bunun ne alâkası var peki?"

Hyuck onu pencerenin önüne getirip bahsettiği çocuğu ve yanında duran pembe saçlı çocuğu gösterdi.

"Plan şu, siyah afet benim, sarışın ya da kahverengi saçlı çocuk da senin. Tam görünmüyor saçları ama onun da çok yakışıklı olduğu belli."

"Of Hyuck. Yine hayal kuruyorsun be. Biz gayiz diye herkes gay olmak zorunda mı?"

"Sen güven bana. Bunlar gay değilse ben de Donghyuck değilim."

"Sen hayallerinde siyah afet ile ilgili ne kuruyorsan kur ama ben bir defa gördüğüm, daha tanışmadığım birinden hoşlanmayacağım."

view//markminWhere stories live. Discover now