bölüm yirmi yedi, o hala oyunda

469 63 82
                                    

🌈çizim bana ait 🥺
[burada da dursun dedim çünkü neden durmasın ki?]

🕊️

Hava bulutluydu, güneş arada bir yüzünü gösterip geri çekiliyordu. Yine de olduğu yerde bunu fark edebilecek durumda değildi, burada her şey aniden belirip kayboluyordu. Gözlerini sımsıkı yumup parmakları arasında tuttuğu ekmeği ağzına götürdü. Şimdi hemen yemesi gerekiyordu çünkü Nathaniel Chen geldiğinde buna vakti olmayacaktı. O heriflerin, onun ne yaptığını efendilerine hemen ileteceklerini biliyordu. Acele etmeliydi.

Bugünün yemeği yarım bir ekmekten ibaretti. Wang Yibo ekmeğin büyük bir kısmını sabah yemişti, şimdi elinde bir dilim olabilecek kadar küçük bir parçası kalmıştı. Hiç şikayet etmeden son lokmayı da ağzına attı. Heyecanlıydı, hem de çok. Hedefini gerçekleştirmesi an meselesiydi. Sadece birazcık sabır... Sadece biraz zaman. Zaman her şeyi çözer, diye hatırlattı kendine.

Tam o ekmeğini yuttuğu sırada kapı açıldı ve içeriye koştuğu soluk soluğa kalmasından belli olan, kaşları öfkeyle çatılmış, elleri seğiren Nathaniel Chen girdi. Yibo'yu koltuğunda uysalca otururken bulduğunda ise keyiflenmişti. "Şuna bak! Gören de az önce koridorlarda olay çıkaran sen değilsin sanacak!"

Yibo bir süre sesleri dinledi... Kapalı gözlerini hiç açmadı. Adım sesleri yaklaştı, yaklaştı, hemen önünde durdu. "Nasılsın bakalım Yibo? Buradan kaçamayacağını iyice kafana soktun mu? Kör olduğun için elini kolunu bağlamadım ama bu dış kapıya adam dikmediğim anlamına gelmiyor. Evin her odasına saklanabilirsin ama bu evden çıkamazsın... Anla bunu."

Ondan korkmuyordu. Onu tek hamlede öldürebilecek olsa bile Nathaniel Chen'den korkmuyordu. Bu yüzden zehirli dilini kullanmakta hiç sakınca görmedi. "İstersen korumaları hemen buraya dik... Umurumda değil it herif!"

"Ne dediğine dikkat et Yibo, beni sinirlendirmek istemezsin!"

"Ne yapacaktım, ha? Burada uslu bir çocuk gibi otururum mu sandın? Beni senin uşağın mı sandın? Gücün köpeğisin sen, biri önünde secde edince kendini Tanrı sanarsın! Beni de onlardan mı sandın?!"

Aniden yanağına inen tokat, onu susturmaya yetmişti.

Zaman... Zaman her şeyi çözer, dedi Yibo kendine, sakinleşebilmek için. Sabredeceğim. Güçlü duracağım. Dudağından akan şey kan mıydı? Hiç belli etmemek için dilini uzatıp kanı emdi. El izinin kırmızı olarak göründüğü yanağını doğrultup çenesini tekrar yukarıya dikti.

"Seni sürekli uyarıyorum, dinlemiyorsun beni. Hala aptal tehditler yağdırmaya devam ediyorsun. Neyi bekliyorsun ki Yibo, ha? Süper kahramanının seni kurtarmasını mı? Xiao Zhan'a güveniyorsan o kılını bile kıpırdatamaz." Nathaniel Chen ona tokat attığı için öfkesini yatıştırmış gibi görünüyordu. Yeniden egosunu tatmin etmişti.

"Ona ihtiyacım yok." diye yalan söyledi Yibo.

"Olsa bile o yardımı alamayacaksın. Bütün mal varlığını elinden alacağım onun, ben yendim onu. Bu da kulağına küpe olsun, tamam mı?" Nathaniel Chen başka bir şey söylemeden arkasını dönüp kapıdan çıkıp gittiğinde Wang Yibo derin bir nefes alarak diktiği omuzlarını düşürdü. Yine de umutluydu. Yapmıştı çünkü. Yapmıştı işte! Artık geriye iki şey kalıyordu... Xiao Zhan'ın şirketi vermemesi ve Wang Yibo'nun Nathaniel Chen'i öldürmesi.

İlki çok önemliydi. Yibo eşinden tek bir destek bekliyordu, o da hiçbir şey yapmaması. Ona koz vermemesi gerekiyordu. Xiao Zhan ona şirketi vermemeliydi! İki taraf da ölümüne savaşıyorlardı ama ikisinin de unuttukları bir şey vardı: Wang Yibo hala oyundaydı, gözü görmese bile.

Alcyone [Yizhan]Where stories live. Discover now