;; iki ;; seni her gördüğümde

1.6K 263 140
                                    

Gidişinin, daha doğrusu ona git deyişimin üstünden saymayı bırakacağım kadar uzun bir süre geçmişti. Her gün, bir diğerinin aynısıydı; belki de çok daha huzursuz ve yalnız. Onun varlığına bu denli alışabilmiş olmak gözümü korkutuyordu. Kalbini bilerek ve isteyerek kırdığımın farkındaydım çünkü ne o benden gitmek istiyordu ne de ben onun gitmesini istiyordum. Yine de şartlar ve içinde bulunduğum durum, beni bunu yapmaya zorlamıştı. Ona gitmesini söylemezsem kalıp günlerini benimle hiç edecek, belki de gerçekleşmesi mümkün olmayacak onlarca hayalin baş rolüne koyacaktı beni. Bu durumda benden daha fazla hayal kırıklığına uğrayacağı kaçınılmazdı.

Olaya kendi açımdan baktığımda da, itiraf etmek gerekirse, bu kadar zorlanacağımı tahmin etmemiştim. Donghyuck sizi kendisine bağlamakta hiç zorlanmayacak farklı biriydi. Ona git diyene kadar ben de farkında değildim bu durumun. Yılbaşı gecesi olanları düşündüğümde, belki de en büyük farkındalığımı o gece yaşamıştım. İkimizin arasındaki o gergin ip her an bizi farklı yönlere çekebilirdi. Hiç olmak istemeyeceğimiz bir noktada, hiç olmak istemeyeceğimiz bir pozisyonda kalabilirdik ve bu sağlıksız bağımızın bizi yaralayacağı çok açıktı. Buna rağmen, o an onu öperken, o gergin ipe hükmedebilir miyim diye düşünmeden edememiştim. İnsan, hayatının herhangi bir noktasında risk almak veya almamak arasındaki o kararsız gölgede kendini bulmaya çalışabilirdi. Ben de bu riski alıp almamanın bana ne gibi bir katkısı olacağını düşünmüştüm. Aslında yarardan çok zararı vardı bana.

Yetiştirilme tarzımdan dolayı olaylara hiçbir zaman tek taraflı bakamamak gibi bir huyum vardı. Her zaman birden fazla açı yakalayarak olabildiğince farklı düşünmeye çalışırdım. Eğer tek bir açıdan bakmam gerekiyor ise de bu her zaman kendi bakış açım olurdu. Donghyuck ile olan ilişkime sadece tek taraflı bakmaya çalışıyordum çünkü işin sonunda zararlı çıkan taraf olmak istemiyordum. Birçok yönden yaralanmış ve yaralandığı noktalardan tekrar yaralanmamak üzere şartlamıştım kendimi. Dolayısıyla Donghyuck'un bana getireceği olumsuzlukların hepsi aşina olduğum yaralar olarak doğacaktı ruhumda. Bu yüzden tek taraflı bakış açımı korumaya çalışıyordum fakat Donghyuck ile bu pek mümkün değildi. Hayatımın şimdiki anına kadar kendim dışında birini düşünmemiştim. Ailemden gelen değerlerin hepsi bana bunun bir zayıflık olduğunu öğretmişti. Öyleyse söz konusu Donghyuck olduğunda neden bu zayıflığı gerçek bir güçmüş gibi toplayabiliyordum avuçlarımda?

Onu üzmek, incitmek, kendimden uzaklaştırmak düşünceleri bir saniyeliğine bile zihnime uğrasalar rahatsızlık duyuyordum. Bencilce davranmak istediğim her an, eylemimin sonucunda onun da nasıl etkileneceğini düşünürken buluyordum kendimi. Düşünmeseydim eğer, onu defalarca kez uzaklaştırmıştım kendimden. Benden nefret etmesini, bir daha karşıma çıkmamasını sağlamıştım. Fakat öylesine savunmasız hissediyordum ki onun karşısında, her seferinde beni bulmasına ya da onu bulmak için kendime izin veriyordum. Bugün, onu arkadaşlarıyla Ayrıkvadi'de otururken gördüğümde de aynen bunu düşünmüştüm. Onu bulmak için izin vermiştim kendime.

İçeri girdiğim andan beri kötü bir fikir olduğunu biliyordum. Onca zaman ondan uzak kalmayı başarabilmiştim ve şimdi didinerek kazandığım bu yarışı burun farkıyla kaybedecek gibiydim. Aslında orada olmasını beklemiyordum bile. Sadece Lucas'ın bir seferinde laf arasında söylediği, Donghyuck'un burayı çok sevdiğiyle ilgili gereksiz bilgi yüzünden ayaklarım buraya getirmişti beni. Koca şehirde belki de kapısından girmediğim tek mekandı ve bu sayede Donghyuck bana yine bir ilki gerçekleştirmem için fırsat vermişti.

Kapıdan içeri girdiğimde Jeno'nun tanıdık yüzünü hemen görmüştüm. Aslında o beni görene kadar arkamı dönüp gitmek için birkaç saniyem vardı. Fakat öylesine geldiğim bu yerde onlarla karşılaşma olasılığım o kadar düşüktü ki benim için, masalardan birinde onları görmek bedenimde şok etkisi yaratmıştı. Jeno beni görüp selamladığında bozuntuya vermeden yanlarına doğru ilerlemiştim. Onlara selam verirken sesimi stabil tutmak için öyle büyük bir uğraş veriyordum ki dışarıdan belli olmaması için dua ediyordum. Tek isteğim birkaç saniyeliğine de olsa Donghyuck'un yüzüne bakabilmekti ve bunun için hiç tanımadığım insanların olduğu liseli bir grubun masasına oturmayı kabul etmiştim.

Otururken birkaç saniyeliğine ona bakma fırsatım olmuştu. Beden dili gergin olduğunu adeta bağırıyordu; bu yüzden bana bir saniye bile bakmadan bakışlarını önüne kilitlemişti. Tabii ki bu beni anlamsız derecede üzse de yaptığımız anlaşmaya sadık kalmaya çalıştığını biliyordum. Bazen öyle anlar yaşardınız ki kendinize verdiğiniz her sözü unutmanıza yetecek kadar etkilerdi sizi. Donghyuck'un gözlerine baktığımda, verdiğimiz tüm sözlerin bir çırpıda yanıp kül olacağını biliyordum. Çünkü her şeyden öte aramızda zaptı neredeyse imkansız olan bir yangın vardı. Bu yüzden bana dönüp bakmamasını normal karşıladım ve ben de bir süre onu taklit ettim.

Açıkçası ne bana sordukları sorular ne de düşünmeden verdiğim cevaplar zerre kadar umrumda değildi. Tek düşünebildiğim Donghyuck ile bu anı paylaşmaktı. Hayatımda daha önce asla bu kadar yoğun bir şey hissetmemiştim. Sanki o an, o mekanda sadece ikimiz vardık. Enerjilerimiz öyle büyük bir çarpışma içerisindeydi ki birbirimizi görmeden bile varlıklarımızı hissedebiliyorduk. Şimdi burada, kimse yokmuşçasına ona uzanmak ve onu öpmek istiyordum. Fakat burada bir başımıza olduğumuzu bilsem dahi yapamazdım. Kendime yenik düşemezdim. Gelip onlarla oturmayı kabul etmem bile aptallıktı.

Renjun neden buralarda olduğumu sorduğunda işlerim olduğunu söylemiş olsam da aslında pek de bir işim yoktu. Yalnızca ihtimallere tutunup girmiştim bu kapıdan içeri. Ve Donghyuck "Umarım işlerini halledebilmişsindir." dediğinde bunun garip bir işaret olduğunu düşünmüştüm. Aslında tamamen onun için çıktığım bu yolda onu bularak tamamlamıştım eksik parçalarımı. Bunu ona söyleyebilmeyi çok isterdim. Eksik bir parçam olduğunu ve onu gördüğümde, bazen tamamlanıyormuş gibi hissettiğimi bilmesini dilerdim. Ne yazık ki bunu söyleyebilecek cesaret yoktu bende. Bunun yerine yarım kalmış her şey gibi, ikimizi de onların arasına öylece atıvermiştim. Merak ediyordum, bir gün tamamlanmış bir hikayem olacak mıydı? Ortasında kalmamış ya da başlamadan bitmemiş bir hikayeyi ve yazılmış gerçek bir sonu olan hayatımı yaşayabilecek miydim? Donghyuck'a bakarken bunları düşünebiliyordum yalnızca.

Birkaç saniyeliğine gözlerimiz buluştuğunda o anı daha ne kadar uzatabilirim düşüncesi geçti aklımdan. Belki Jaemin bana yeniden soru sormaya karar vermeseydi sonsuzluk kadar uzun bir süre daha bakabilirdim gözlerine. Ne olduğunu bilmediğim ama içine her düştüğümde beni gerçek bir aptala dönüştüren bu hissi aşamıyordum. Tüm odağım Donghyuck oluveriyordu ve bunu korkutucu bulmaktan öte, nasıl kontrol edeceğimi bilmediğimden tedirgin oluyordum. Şanslıydım ki Taeyong'un aramasıyla birlikte kontrol edemediğim ortamdan sıyrılmayı başarmıştım.

Bir yanım masada oturmaya devam ederken kafeden dışarı atmıştım kendimi. Fakat içimden bir ses, ne kadar uzaklaşırsam uzaklaşayım Donghyuck'un peşimden geleceğini söylüyordu. Onun çocuksu merakını tanıyordum. Bir gece kapıma geldiğinde onu kovduğum halde yokuş aşağı patır patır koşuşunu unutamıyordum. Kızmak için duraksayıp arkamı döndüğümde, havanın soğuğundan kızarmış burnunu ve sulanmış gözlerini görünce özür dilemiştim aniden. Yıllarımı onu bulmak uğruna harcadığım babamdan haber gelmişti o gün. Belki gücümün yettiğinde koşarsam yanına, yetişemesem bile ceketinin bir ucundan tutup durdurabilirdim onu. Belki de hayatımın en önemli anını kaçırıyordum o vakit. Gitmem gerektiğini biliyordum ama Donghyuck'u öyle gördüğümde bir saniyeliğine duraksamıştım. Gitmemeyi düşünmüştüm. Benimle bir şey konuşmak istediğini söyleyip kapıma dikilen bu çocuğu geri çeviremeyeceğimi hissetmiştim. Bir saniye, yalnızca bir saniye daha gözlerine bakarsam gidemem sanmıştım. Meraklı gözlerle sorduğu her soruyu cevaplardım; belki dayanamaz öperdim onu. Kendime olan güvenimi öylesine yerle bir ediyordu işte. Hayatımın en önemli anını kaçırmayı göze almama sebep olacak kadar işlemişti içime.

Fakat ne yaparsa yapsın, bana ne hissettirirse hissettirsin onda vazgeçemediğim her şeyden öte tek bir şey vardı. O da her koşulda hissettirebildiği sevgisiydi. Onu her gördüğümde, sesini her duyduğumda hiç olmadığım kadar canlı hissediyordum bu şekilde. Donghyuck herkesi, her şeyi sevebiliyordu. Dokunduğu yere hayat getiriyordu ve bir gün, eğer ki başarabilirsem, gerçek bir hikaye yazmak istiyordum onunla. İçinde hayat olan, Donghyuck olan bir hikaye...

kıvılcımı sev // markhyuckHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin