17

1.1K 93 44
                                    


"Unutmak, ruhun bayılmasıdır." diyor Monika Maron.
Keyifli okumalar

Balkondaki eski demirlere yaslanıp dişlerime çarpan dumanı havaya üfledim. Bitmiş sigarayı küllükte söndürürken aklım burada, bu balkonda değildi. Çoktan uykusuzluğun sınırına dayanmıştım.

Aydınlanan hava her şeyi daha gerçek kılıyordu sanki. Birazdan içeriye girecektim, soğuktan katılaşmış uzuvlarımı yorganın altında ısıtmaya çalışırken o da uyanacaktı. Hep erken uyanıyordu.

Sonra bir şey olmamış gibi yüzüme bakacaktı, belki hatırlamayacaktı ya da yok sayacaktı. Oysa ben yüzünde gördüğüm korkuyu da, çaresizliği de aklımda taşıyacaktım bir ömür. Sevgim onu iyileştirmiyordu, sadece düşmesini engelliyordu. Başımdan beri bildiğim gerçek şimdi gün gibi ortadaydı. Tuttuğu elim onu içinde yaşadığı karanlıktan çekip çıkaracak kadar güçlü değildi. Sadece daha da derine düşmesini, kaybolmasını engelliyordu. Gücüm tükendiğinde artık onu da yapamaz olacaktım. Ve şüphesiz eninde sonunda tükenecekti.

"Ne yapıyorsun burada?"

Duyduğum sesle irkilirken aşağıdaki boş sokağı izlemeyi bırakıp ona baktım. Hep merak etmiştim, koyu göz altları ya da dağılmış saçlarını bu hale getirenin ne olduğunu. Artık biliyordum.

Yüzüme zoraki bir gülümseme yerleştirdiğimde gözleri dudaklarıma takıldı. Hiçbir şey olmamış gibi davranmak en kolayıydı ama bunu istemiyordum.

"Nasılsın?" Sorusunu bir başka soruyla yanıtladığımda birkaç adım atıp yanıma geldi. Balkon demirlerine dayadığım dirseklerimi taklit ederken küllüğün üzerinde küçük bir yığın oluşturan izmaritlere baktı.

"İyi olmak istiyorum."

Ben kaçırdığı gözlerine bakmayı sürdürürken parmakları tutunduğu demiri kavradı. Daha fazlasını söylemek istese de yapamıyordu, yüzüne bakarken hissettiğim şey zamansız bir huzur değildi artık.

"Ben buradayım. Anlatırsan eğer dinlerim."

Omzunun üzerinden bana baktığında gözlerimi kaçırmadım. Öyle çok istemiştim ki hiç tanımadığım bir acının yara bandı olmayı, şimdi o yaradan taşıp boğazıma dolan kanda boğuluyordum.

Onu tek başına bırakıp içeri girdiğimde arkamdan gelmedi. Benden çok onun kendini dinlemeye ihtiyacı vardı. Az sonra, biraz önce bıraktığı için hala sıcak olan yorganı araladığım sırada balkondan çıktı.

"Daha fazlasını yapamadığım için özür dilerim."

Söylemediklerini, belki de hiç söylemeyeceklerini tek bir cümlenin ardına sığdırdığında boş bir umutla yüzüne baktım. Ben artık tek başıma çare olamayacağımı fark ettiğim için yumruk yemiş gibiydim, onun hissizliğiyse çok eskiydi. Fark etmem, görmek için birkaç adım geri çekilip bakmam uzun sürmüştü sadece.

"İyi olmak istemedikçe iyi olmayacaksın." Koltukta kayıp ona yer açtığımda oluşan boşluğa yerleşti. "İstediğini söylüyorsun. Aslında istemiyorsun Miraç."

Benim aksime uzanmadan oturmaya devam etti. Tavandaki kalkmış boyayı izlemek yüzüne bakmaktan daha kolay geldiğinden bakışlarını görmezden geldim.

"Üzerine yapışmış sanki bu tavır. Ne yapsam değiştiremiyorum."

Önüne döndüğünde sırtını izlemeye devam ettim. Birkaç dakikanın ardından "Babam benim liseye başlayacağım yıl felç geçirdi." diyerek sessizliği bozdu. Omzunun üzerinden yüzüne baktım ama o beni görmüyordu.

"Engelli maaşı vardı. İkimize de yeterdi aslında." Titreyen ellerini görmek sakin kalan son parçamı da hiç etti. Canım yanıyordu, yanmaz sanmıştım ama onun omuzlarındaki yük benim göğsümü ağrıtıyordu.

"Ama ben üstüme büyük gelen bir role büründüm. Evin erkeği olsam babam daha mutlu olur sandım. Sonra bir baktım sokak başlarında milletin torbacılığını yapıyorum." Gülmek üzere gibi görünüyordu ama ilgisi yoktu. Anlattığı hikayede onu suçlu kılan bir şey aradım, ama tek gördüğüm ne yapacağını bilemeyen küçük bir çocuktu.

"Ne olmuş yani? Ben çok mu temizim sanıyorsun? Hiç günaha bulaşmadım mı sanıyorsun?"

Tekrar aynı ifade yerleşti yüzüne. Görmek istemesem anlamayacaktım. "Çaldım sandılar. Eksik çıkınca benden bildiler. Babamı öldürdüler Özgür, benim yüzünden öldü. Bu kadar kirli misin sen?"

Uzanıp elini tutmak istedim, tek yapabildiğim yüzündeki ifadenin dağılıp bin başka parçaya ayrılmasını izlemek oldu. Onun beklediği gibi bir öfke kaplamadı içimi, zihnim bir anda berraklaşıp nasıl bir günahkar olduğunu görmedi. Ne o kötüydü, ne ben onu suçlayacak kadar iyiydim. Kendi savaşında yanında durmaktan başka bir şey yapamazdım.

"Senin suçun değilmiş."

Güldüğünde beklemediğim için irkildim. Dudaklarındaki kıvrım normal olmaktan çok uzaktı.
"Hep tetiği çeken suçlu sanarız, ama öyle değil."

Ne diyeceğimi bilmediğim için öylece uzanıp yüzüne bakmaya devam ettim. "Yapabileceğin bir şey yokmuş."

Şimdi yine gülüyordu. Ona bakarken gittikçe temelsiz bir korkuya kapılıyordum, sahip olmadığım bir şeyi kaybedebileceğim üzerine anlamsız bir tezdi bu.

"Yapabileceğim bir şey vardı. Sadece ben hiçbir şey yapmamayı seçtim." Ne yaparsam yapayım inanmayacaktı masum olabileceğine, yine de uğraşmaya devam ettim. "Yanılıyorsun." diye mırıldandığımda sonunda bana dönüp yüzüme baktı.

"Belki sen yanılıyorsundur. Sandığın kadar korkusuz ya da cesur değilimdir belki."

"Belki sadece insansındır. Hata yapıyorsundur, düşüp sonra tekrar kalkıyorsundur. Benim gibi, herkes gibi."

Avuçlarını kapalı göz kapaklarına bastırıp sesli bir nefes verdiğinde yüzüne baktım. Uzanmayı bırakıp yanına oturduğumda ellerinin ardına gizlenmeyi bırakmadı.

Omzuna dokunmak için havalanan elim titreyen sesini duyduğumda havada asılı kaldı. "Kendimi hiç affetmeyeceğim."

Affedilmeyen ruhlar kendi cehenneminde yaşamaya öyle kolay alışırdı ki şaşırırdı insan. Buna rağmen elini tutmak istediğimi nasıl anlatırsam anlatayım anlamayacaktı. İnsan inanmadığı şeyi anlayamazdı çünkü. Birinin her şeye rağmen yanında kalması öyle olanaksız geliyordu ki görmeyecekti beni. Göremeyeceği kadar yakındım ona, oysa çok önceleri söylediği gibi görmek için uzakta olmak gerekiyordu.


Rica ediyorum bölüm hakkında yorum yapın, yoksa ben kendi kendime çok kötü olduğuna inanıyorum öyleyse de kötü deyin bir şey deyin. Görüşürüz 💜

ZAAF | bxbWhere stories live. Discover now