𝐬𝐨̈𝐳 𝐯𝐞𝐫𝐢𝐲𝐨𝐫𝐮𝐦 ❁ 𝟓

150 25 2
                                    

çocuk gece evden kaçıp aceleyle havaalanına yetişmeye çalışıyordu. eşyalarını bile almamıştı yanına. sadece pasaportunu ve biletini almıştı. sevdiğine kavuşmaktı sadece amacı. yakalanmaktan korkmuyordu. çünkü artık babası ona zarar veremezdi. elindeki kozları biliyordu herkes. gizli hareket etmesinin sebebi; eve kitlenmesi olanağıydı. ucu ucuna yetiştiği uçağa bindiğinde, yolculuk boyunca asla uyuyamayacağını anlamıştı San. heyecanı bütün iliklerine nüks etmişti. ona ilk mesaj attığı zamanki gibi hissediyordu. karşısına çıkınca ne tepki verecekti? sert bir tokadı haketmişti ama Woo bunu yapacak biri değildi ki. ağlardı tahminen. kendini tutamaz, hıçkırarak ağlardı hemde. ilk başta sarılırdı sıkı sıkı, sonra sorgulardı her şeyi. ama San, ilk baştan hazırdı her şeye. gelecek olan en büyük ayrılığa bile.

düşünceleriyle geçmişti uzun yolculuğu. telefonun üstünde gözyaşlarından izler vardı. arada gülmüş aklındaki anılara, sonra hemen peşinden ağlamıştı yarım kaldıkları için. kendinden nefret etmesine yetiyordu onu yalnız bırakmak. kapısının önüne geldiğinde de bu yüzden tereddüt etmişti zile basmak için. korktuğu için Çin'den beri yaptığı gibi telefonunu çıkardı. bu seferde evinin fotoğrafını çekip atmıştı sevdiğine. ekranı kapatıp kendine baktı, üzerinde evden bir anda çıktığı için takım elbisesi vardı. gömleğinin ilk iki düğmesini açmış, boynundaki boşluğu bakıp kaşlarını çatmıştı. kravatı yoktu. uçakta düşürmüştü büyük bir ihtimalle. ensesindeki uzun saçlarını kestirmişti. açık kahve saçları yerini siyaha bırakmıştı. iyice iş adamı olmuştu resmen. ama onun bu insanların gözündeki kusursuz hali yine babasını tatmin etmemişti. babası hiçbir zaman memnun olmamıştı oğlundan. her zaman onun gibi olmasını istemişti San'ın. ama San'ın isteyeceği son şey bile değildi bu.

hızlı adımların sesi kulağına ulaştığında kamerasını açtı genç çocuk. küçük bir sürpriz yapacaktı ona. kapının önüne geldiğini hızlı alıp verdiği nefeslerden ve bir anda kesilen adım seslerinden anlamıştı. kapının ne ara açıldığını anlamamıştı bile. eli otomatik olarak telefona gitmiş ve bir fotoğraf çekmişti. nefesini tuttuğunu, konuşmaya yeltendiğinde anlamıştı.

'bu telefonumdaki ikinci fotoğrafın oldu.'

geriye doğru sendeleyen çocuk neye uğradığını şaşırmış halde San'ın gözlerine bakıyordu. parlıyordu yine gözleri. dokunsalar ağlayacak durumdaydı. derin bir nefes aldı. San'a doğru bir adım attı. gelip vurmasını bekliyordu San. şuanda beklenmedik çok şey yaşıyordu ama beklediği tek şey buydu. dudaklarını aralamıştı ki, sözüne başlamasını engelleyen, yüzüne sertçe kapanan kapı olmuştu. bu da beklemedikti işte. tepkisi sadece gülümsemek olmuştu. kapının diğer yanında kalan zayıf çocuk ağlıyordu bile. bağırmak istiyordu karşısında yabancı kalan çocuğa. bir ay önce aslında tekrardan kavuştuları aklına gelince daha da çıldıracak gibi oluyordu. yere çöktü. yumruklarını sıkıyordu, tırnakları avcunun içinde iz yapmıştı bile.

'neden şimdi?'

boğuk çıkan, bir o kadar da içinde kırgınlık barındıran sesiyle konuştu Wooyoung. San ise başını yere eğmiş, ağlamamak için kendimi gülmeye zorluyordu.

'neden bunu yapmak zorundaydın? neden bizi yarım bıraktın? neden beni yarım bıraktın?!'

son sorusunda sesi yükselen çocuk ile San, kafasını kaldırıp bahçe kapısına ilerledi. şifresini bildiği kapıyı bir hışımla açıp içeriye girdi. bu hareketiyle Woo, ayağa kalkıp kaşlarını çatmıştı. saniyeler içinde gerçekleşen olaylar sonunda, kendini sevdiği adamın kolları arasında bulmuştu. hâlâ papatya kokuyordu San. değişmeyen tek şeyi buydu sanırım. bakışları bile değişmişti. en sevdiği, gözleri, artık bir farklı bakıyordu. kolları bile, artık daha sıkı sarıyordu zayıf bedenini. o zayıflamış, San kilo almış, iyice forma girmişti. bu hale gelmesine neden olan ne diye düşündü bu seferde? kendisi bu kadar çökmüşken neden o bu kadar iyi durumdaydı? kendini geriye çekti. arkasını döndü San'a. o ise yerinde çakılı kalmıştı. Woo'nun attığı bir kaç adım sonrasında durması ile, bu sefer adım atan San olmuştu.

'aç mısın?'

kulaklarına ulaşan cılız ses ile gülümsedi San. vanilya kokulu çocuğun yanına geldi.

'açım Young-ah. sana çok açım.'

salondaki koltuklara geçtiklerinden beri içeride ölüm sessizliği vardı. ne Woo tepki veriyordu, ne de San. biri bağdaş kurmuş önündeki film kütüphanesine bakıyor, diğeri başını koltuğa yaslamış tavanı izliyordu. ilk söze giren sorusu çok olan olmuştu. Woo sessizce konuştu.

'anlat. neden gittin? daha önemlisi neden habersiz?'

San'ın suçluluk duygusu bedenini ele geçirirken başını kaldırdı yavaşça. söze nereden, nasıl gireceğini düşünürken istemsizce konuşmaya başladı. özet geçiyordu olay örgüsünü. Çin'e gidişini, aldığı tehtidleri öğrendiği aile sırlarını, zoraki evlendirme planlarını, şirketin tümünü kozlarını. bu kadar kısa sürede dönmesinin nedeninin şirket olduğunu söylemişti son olarak. genç olan ağlıyordu yine. sadece kendisinin zor zamanlar geçirdiğini düşünüp kendine kızmıştı. San'da çok zorlanmıştı. hayatının bu kısmını hiç öğrenmemişti Wooyoung. ailesine dair hiçbir bilgisi yoktu hatta.

'neden daha önce anlatmadın, diye sormayacağım. bu sefer benim için endişelenecektin çünkü. bilmiyordum San. neden daha önce anlatmadın diye kızıyorum yine de sana. bilmeye hakkım yok muydu sence?'

'bilmeye en çok senin hakkın vardı Young-ah. ama anlatmadım işte. hayatımın en nefret ettiğim kısmını ağzıma bile almaktan nefret ediyorum ben. oraya gidişim ve şuan yaşadıklarım, hesaba katmadığım noktalardı. ama bak, şuan buradayım. gitmeyeceğimi bilerek buradayım hemde.'

konuşurken ikiside bedenlerini birbirlerine döndürmüştü. özlemle yanan gözleri birbirine bakıyordu. koca beş ayı bir şekilde kapatırlardı evet. ama peki, Wooyoung'ın korkuları? kolayca atlatabilecek miydi? tekrar gitmesi sorun değildi, hayır. sıkıntı ya kesin olarak giderse sorusuydu. içini yiyip bitiriyordu bu düşünce. ne olursa olsun güveni kırılmıştı bir kere. korkuyordu tekrar bunu yaşamaktan. tekrardan soyutlanmaktan. tekrardan onsuz kalmaktan.

düşünceleri gözyaşlarının şiddetlenmesini sağlarken kollarını cılız bir şekilde iki yana açtı. şuan buna çok ihtiyacı vardı. onun kollarında olmaya, sevgisini tekrardan hissetmeye. San işareti aldığında sevdiğinin kollarından tutup zayıf bedeni kucağına çekmişti. dizlerinde oturan Woo, gözlerini silmekle meşgulken, San yine tek hamlede kollarına aldı bebeğini. nazikçe sırtını okşuyordu.

'hepsi geçti bebeğim.. artık ben buradayım. gitmeyeceğim... söz veriyorum.'

bölümü medyadaki The Rose beylerin OST şarkısı Strangers ile yazdım. onunla beraber okumanızı tavsiye ederiim. :)

vanilla - woosanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin