4/10

451 88 15
                                    

Shin Ailesi'nin renkli şeritlerden oluşan kapı perdesiyle kapatılmış giriş kapısı, içeri giren Shin Ryujin'le havalandı ve kızın, kapıya ateş saçan gözlerle bakan ailesiyle arasından çekildi.

"Shin Ryujin." dedi Bay Shin, sert bakışlarıyla.
Kaşıyla duvara asılı saati gösterdi.
"Neredeyse akşam üzeri, neredeydin sen?"
Ryujin, yorgun gözlerini babasına çevirdi. Hyejoo ile baya bir yüzmüşlerdi, tüm kasları ağrıyordu. Bir ara o kadar yorulmuştu ki Hyejoo kızın kollarını kendi boynuna sarmış ve onu kıyıya kadar taşımıştı.
"Sahildeydim, yüzdüm biraz. Saati fark etmemişim, üzgünüm." dedi Ryujin, odasına gitmek için hareketlenirken.

Ta ki Shin Hongseok'un öfkeli yumruğu, mutfak masasına inene kadar.

"Abin seni şu fahişe kadının kızıyla görmüş! Ne demek oluyor bu?" diye bağırdı, öfkeyle.

Ryujin, baygın gözlerini babasına çevirdi. İnsanlar niye diğerlerinin kim olduklarına, kimle arkadaş olduklarına, ailesinin kim olduğuna bu kadar merak duyuyordu, hiç anlamıyordu. Öyle bir kadının kızıysa kızıydı işte, ne fark ederdi? Hyejoo'yla iyi anlaşıyorlardı. Yani... Sanıyordu ki öyleydi. Pek konuşmamışlar, deli gibi kulaç atıp suda oynamışlardı fakat tek bir kelime bile etmemişlerdi.

Yalnızca birbirlerine su sıçratmışlar, en az iki metrelik derinlikte suyun en dibine kadar dalmak için yarış yapmışlar ve tek bir kelime bile etmemek için resmen yemin etmişlerdi. Yine de Ryujin'in pek bir itirazı yoktu, kızın elini tutan elleri ve belini saran kolları ona yeter de artardı bile.

"Beraber yüzdük, arkadaşız." dedi Ryujin, öfkelenmeye başlasa bile sakin bir sesle.
Babası ona alayla güldü ve kıza tehditkârca işaret parmağını doğrulttu.
"Kiliseye gelmeyip öyle insanlarla yüzmeye gidiyorsun, öyle mi? Tanrı şahidim olsun yanacaksın, Ryujin! Bir dahaki hafta mutlaka bizimle kiliseye geleceksin, o kızla da bir daha görüşmeyeceksin!"
Ryujin, ona yüzünde beliren ufak, silik bir gülüşle baktı. Yalnızca kiliseye gitmemek, cehennem ateşinin tek közü olsa yine iyiydi. Babasının şu tavırlarına şöyle bir bakıyordu da o kadar gereksiz, öylesine abartıydı ki... Kim bilir kızının gerçek günahlarını öğrendiğinde nasıl tepkiler verecekti.

"Tamam." dedi yine de, tartışmaya girmemek için.

Babası, ona kötü bir bakış atsa da odasına gidebileceğini göstermek ister gibi başıyla işaret verdiğinde, Ryujin odasına giden merdivenlere yöneldi.

Hayatı boyunca sırf ailesi istiyor diye gülümsemek, saçlarını diğer kızlar gibi uzatmak, rengarenk elbiseler giymek gibi planları yoktu. On altısını dolduralı ve on yedi yaşına gireli birkaç ay oluyordu, resmi olarak bir yetişkindi, istediği zaman bir ev tutup çalışmaya başlayabilirdi fakat liseden mezun olduktan sonra, temelli bir işe başlamak gibi bir hedefi vardı. Üniversiteye gidemezdi, zaten ülkede yalnızca üç-dört tane vardı ve en yakındaki bile beş saatlik mesafede, bir de üzerine oldukça pahalıydı.

"Ryujin!" diye bağırdı abisi, odasından.

Ryujin gözlerini devirerek onun odasına ilerledi ve kapıdan, yatağına uzanmış elindeki küçük oyuncakta tetris oynayan abisi Shin Hoseok'a baktı. Abisiyle arasının pek iyi olduğu söylenemezdi, kas yığını, beyinsiz herifin tekiydi.
"Ne var?" diye sordu, odasına gitmek için kıvranırken.
Hoseok, elindeki oyunu durdurarak yanına bıraktı ve yatağında dikelerek kardeşine döndü.
"Olivia'yla nerede tanışıyorsun?"
"Bugün tanıştık, sahilde. Önemli bir şey değil." dedi Ryujin, gitmek için hareketlenirken.
Hoseok, yatağından kalkmadan ona doğru uzanarak kardeşinin bileğini yakaladı.
"Mahalledeki enayilerden birisiyle çıkıyordu, bugün çocuğun kıçına tekmeyi basmış diye duydum. Beni onunla tanıştırsana." dedi, hevesle.
Ryujin, ona aşağılar gibi bir bakış attı.

"Hâlâ o çocukla çıkarken de ona yeteri kadar para harcayacağını bilse seninle çıkardı, belki üçlü yapardınız. Hyejoo'nun enayilerden birisi olmayı istiyorsan git tanış direkt, kabul eder. Sizin gibi salaklarla gerçekten çıktığını mı sanıyorsun? Yalnızca eğleniyor." dedi, kolunu kendisine çekerek.

Abisi, öfkeyle ayaklandı ve kızın arkasındaki kapıyı kapatarak kardeşini kendisiyle kapının arasında sıkıştırdı.
"Ukala konuşma tarzını hiç beğenmedim, suratını dağıtmayayım." dedi, kızın çenesini kavrayarak.
Ryujin ona alaylı bir kıkırdamayla baktığında, Hoseok şaşkınca kardeşine kaşlarını kaldırdı. Kızcağız normalde de pek sağlıklı sayılmazdı fakat bu hâli daha endişelendiriciydi.

"Ne bu öfken? Hyejoo senin gibilerle yalnızca çıkarları için görüşüyor, benimle ise istediği için zaman geçirdi diye mi kızgınsın?"

Hoseok ona yüzünü buruşturdu.
"Kendisine farklı bir eğlence arıyordur, kendini ona iki parmaklatınca senden de vazgeçer. Sapık ruhlu, hastanın tekisin. Herkes senin kızlara farklı baktığın hakkında konuşup duruyor, sana kardeşim demeye utanıyorum. İğrençsin." dedi, kızın kavradığı çenesini sertçe geriye iterek Ryujin'in başını kapıya çarptırırken.
Ryujin acıyla inlese de ona sırıtmaya devam etti.
"Mideni birlikte iyi zaman geçiren iki kızın bulandıracağı kadar iğrençsin, hasta ruhlu tek bir şey varsa o da senin gibi yirmili yaşlarda, işsiz serserinin tekinin kız kardeşiyle yaşıt bir kıza yastık ıslatması."

Ryujin, ayağını hafifçe kaldırarak tekmesini onun dizine geçirdiğinde, Hoseok acıyla iç çekerek geriye doğru sendeledi ve yatağının üzerine düştü.

Abisi, onun arkasından birkaç küfür savururken, Ryujin gözlerini devirerek sonunda kendi odasına girdi ve kendisini içeri kapattı. Herkes ne gürültülü, ne yorucuydu... Beyni almıyordu bu kadar nasihati, ricayı, isteği.

İç çekerek üzerinde ne var, ne yoksa hepsini çıkartıp bir kenara katladı ve plaj çantasındaki kirli kıyafetlerini odasındaki banyonun bir köşesinde kalan kirli sepetine attı. Sahildeki soyunma odalarında duş aldığından tekrar banyoya girmesine gerek yoktu, bu yüzden çıplak vücudunu yatağına attı.

"Ah, Tanrım..." diye mırıldandı, yüzünü yastığına gömerken.
Göğsü soğuk çarşafla buluştuğu anda titremişti.
"... Her yerim ağrıyor, Hyejoo nası o kadar iyi yüzebilir? Bir denizkızı falan olmalı."

Kendisiyle yaşıt genç kız, kırmızı bikinisi, kırmızı rujunun süslediği aralık dudakları ve dudaklarının arasında parlayan beyaz dişleri ile en az bir denizkızı kadar güzeldi. Uzun, siyah saçları deniz suyuyla ıslandığında tenine yapışıyordu. Zayıf, manikürlü elleri ise Ryujin yorulduğunda onu kendisine çekmiş ve kızın belini bulmuştu.

Ryujin, onun belinde dolaşan ellerini hatırladığında acıyla iç çekti. Yatakta hafifçe kıvranmış, elini çıplak beline tıpkı onun yaptığı gibi koymuştu.

"Bir dahaki sefere, onunla bir dahaki sefere diyecek kadar buluşmak istiyorsam, onu öpsem ne olur?" diye fısıldadı, kendi kendine.
Elleri yavaşça kendi üzerinde dolaştı.
"Belki elleri belimden aşağı ya da yukarı hareket eder. Benim yaptığım gibi, o da benim dudaklarımı izliyor mudur acaba? Merak ediyorum, o da benim gibi mi, yoksa sadece öyle olmasını mı istiyorum?"

Sırt üstü döndü ve sessizce, dudaklarının arasından bir inleme bıraktı. Üzerindeki pikeyi bir kenara savurdu. Son Hyejoo'nun varlığı, üzerinde olmasını istediği tek şeydi. Dudaklarının tadını merak ediyordu, kızın kırmızı rujunun bedeninde nasıl duracağını ölümüne merak ediyordu.

"Hyejoo..." diye mırıldandı, kendi kendine.

Bir kız hakkında böyle şeyler düşünmesi doğru muydu, değil miydi bilmiyordu. Umrunda değildi. Tek istediği ona sarılmak ve hatta sevmekti. Nedensizce genç kızın hakkındaki her bir dedikodu bugün Shin Ryujin'in sinirlerini hoplatmıştı. Genç kızı korumak istiyordu. Onu kollarının arasına almak, kalbi hakkında söylenenlere kırılmasa bile ona sorun olmadığını söylemek istiyordu.

Çünkü Son Hyejoo'nun kimin çocuğu olduğu, Shin Ryujin'in zerre umrunda değildi.













du er ikke alene ➵ olivia hye + ryujin✔️Where stories live. Discover now