Evvel zaman içinde

70 11 9
                                    

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, Anadolu'nun şirin bir ilinde, Hande isminde bir kız yaşarmış.
Hande'nin en büyük hayali hukuk fakültesini kazanmak ve mezun olup avukat olmakmış.
Günlerden bir gün Hande, yaşadığı şehrin bir caddesinde bir adam görmüş. Adamı beğenmiş. Adamı sevmiş. Adam da ilk başlarda karşılıksız kalmamış. Ama zaman içerisinde bu adam gaddarlaşmış, Hande'nin yüzüne bile bakmamış.
En sonunda bir gün bu adam Hande'yi terk etmiş.
Hande o günden sonra çok üzülmüş.
Yas tutmuş.
Bir süre içine kapanmış.
Ancak hayallerinin peşinde koşmaktan vazgeçmemiş.
Hızlıca toparlanmış. Derslerine
çalışmaya kaldığı yerden devam etmiş. O gaddar adama inat hukuk fakültesini kazanacağım demiş.
Çalışmış, çalışmış, çalışmış...
Derken üniversite sınavı gelmiş çatmış. Hande sınava girmiş.
Sınavı güzel geçmiş.
Sonuçlar açıklanmış.
Yüksek bir puan almış ve kendi şehrindeki hukuk fakültesini kazanmış.
Gaddar adam kendi halinde yaşamaya devam ederken Hande ideallerinin peşinde koşmaktan vazgeçmemiş. Bir başka hayali olan yüzme antrenörlüğünü kafaya takmış. Tabi ki onu da kazanmış. Hatta zaman içerisinde, kendi şehrindeki minik çocuklara yüzme öğretmeye başlamış.
Hande bir yandan hukuk fakültesindeki derslerine devam ederken öte yandan yüzme dersleri vermeye devam etmiş.
Ee, olacak bu ya. Bir gün karşısına bir adam çıkmış. Hande'ye duygularını ilan etmiş. Altından girmiş, üstünden çıkmış Hande'nin gönlünü kazanmış.
Hande artık gaddar adamı unutmuş. Mutlu, mesut bir ilişkisi olmuş. Hem ideallerinin peşinde hem de duygularının peşinde yaşamaya devam etmiş.
Gaddar adam mı?
Gaddar adamsa bu sürede eğitimine devam etmiş.
Eskisi kadar olmasa da vurdumduymaz görüntüsünü devam ettirmiş. Göğsündeki baykuş dövmesini izlemiş durmuş senelerce... Arada Hande'den de haberler almış. Hande sınavda, Hande okulda, Hande havuzda ve
son olarak Hande başka bir erkeğin kollarında...
Gaddar adam bunu duyunca üzülmüş.
Bir iç çekmiş.
Derin bir iç çekmiş.
Çaresiz kalmış.
Ne yapacağını bilememiş.
En sonunda yapabileceği tek şey olan hayır dileklerini sunmuş. Mutlu olsun demiş, mesut olsun demiş, huzurlu olsun demiş ve hayallerini yaşasın demiş.
İçin için gönlü Hande'de olsa da bu durumu kabullenmiş ve kendi hayatına devam etmiş...
Eğer hikayem bir masal olsaydı, sanırım bu masalda ki gaddar adam ben olurdum. Aynı şekilde masalın sonundaki etkisiz eleman da. Kendi eden kendi bulur derdim masalda ki ana fikri soranlara...
Hande ise, her masum insan gibi mutluluğu hak eden kişi olurdu. Günahsız, saf, temiz... Önünde sonunda mutluluk onun olurdu.
Belki de mutluluk o olurdu...
Uyuyan güzelin masalını bilirdim eskiden.
Bir de uyuyan güzele yazılan bir şiiri. Şair, şiirin ortasında şöyle bir soru sormuştu:

O beyaz atlı prens,
Bense bu masalı anlatan.
Ya sen,
Beyaz atlı prensin öptüğü uyuyan güzel mi,
Yoksa bu masalı anlatan kişinin dizlerinde uyuyan güzel mi?

Aynı şair, sorusunu ise şu şekilde yanıtlamıştı:

Beyaz atlı prensin öptüğü uyuyan güzel sen uyan Çünkü masal böyle devam ediyor.
Eğer masalı anlatan kişinin dizlerinde uyuyan güzel sen İster uyan, ister uyanma.
Çünkü o seni her halinle seviyor.

Evet, bir masalda değildim ancak aradan geçen yıllarda Hande'den aldığım
haberleri bir masal gibi dinledim.
Her bir sahne ayrı ayrı canlandı gözümde.
Hande'nin her mutluluğunda mutluluk duydum içten içe. Gururlandım, sevindim, huzurlar diledim. Bir tek son aldığım haberde zıddını yaşadım. Mutluluk yerine yıkım, gurur yerine aptallık, sevinç yerine ise hüznü tattım. Ama yine de huzurlar diledim Hande'ye. Huzurlu olsun istedim.
Samimice...
Doğanın döngüsü, hayatın akışı bir şekilde tamamlanıyordu. Hak eden hak ettiğini buluyordu. İlahi adalet denilen kavram elbet kendisini gösteriyordu. Ben masalımı kendim yazıp kendim anlatırken, az önceki şair gibi sağduyulu olamıyordum. O uyanıp beyaz atlı prensine koşarken, ben yine de sevemiyordum.
İster uyusun, ister uyanmasın.
Artık bir manasını görmüyordum.
Her koyunun kendi bacağından asılması gibi bu masalı da kendi bacağımdan asılma ve kendi kendime verdiğim ilahi bir ceza olarak görüyordum.
İşte bu kadardı.
İşte düğümler, kör düğüm olmak üzere çözülmüştü.
İşte Hande, artık başka bir insanın sevgilisiydi.
İşte Hande artık yoktu.
Her şeyi kabullenmiş ve kendi halimde bir yol çizmiştim. "İşteler" de birer anı
olarak kalacak, belki de yıllar sonra gülüp geçecektim. Hande ile yollarım ise asla kesişmeyecekti bir daha. Yollarda ilerlendikçe unutacak, yollarda ilerlendikçe unutulacaktım.
Ya da ben öyle sanmıştım.
Her şey bahsettiğim gibi yolunda gidiyordu. Hatta yollarında. Yollar asla kesişmiyordu. Kesişmesini de imkânsız görüyordum.
Ta ki...
Ta ki o gün...
Ta ki o gün gelene kadar...

Yalan Söyleyen PapatyaNơi câu chuyện tồn tại. Hãy khám phá bây giờ