ilk görüşte dövüş

134 17 94
                                    

Bir, iki, üç, dört, beş.

"Ya şimdi altında inleyen çocuğu bırakır, o yataktan çıkar buraya gelirsin ya da seni Han Nehri'nde ki balıklara yem ederim Kim Jongin!"

Altı, yedi, sekiz, dokuz ve on.

"Baek, çok üzgünüm-

Ama gelebileceğimi sanmıyorum."

Kendimi bildim bileli sinirli, gergin veyahut stresin her hücremi ele geçirdiğini hissettiğim anlarda parmaklarımı sayma gibi bir huyum vardı. Bu huy öylesine yapışmıştı ki bana, ilk defa tüm okulun önünde şarkı söylediğimde, üniversiteye giriş sınavına gittiğimde, büyükbabamın manhwa editörü koltuğumu bana verdiği günde  veyahut annemin beni terk edip tüm Asya kıtasını  bir başına gezmeye karar verdiğini bildiren mektup elime ulaştığında bile yakamı bırakmamıştı. Belki normal zamanda, bu sıfır ile on arasında mekik dokumalar sizin de tahmin ettiğiniz üzere rahatlatıcı bir davranış olabilirdi ama şu an telefonda duyduğum inleme sesleri ve bu sikimsonik kritik günde ortağımın uçkur düşkünlüğünün beni yarı yolda bırakması  yüzünden pek de yardımcı olduğu söylenemezdi. 

"Jongin-ah, daha hızlı."

Telefonun diğer ucundan inleme sesleri kulağımı doldurmaya devam ederken Tibet dağlarında inzivaya çekilmiş keşişlerin bile kulaklarını çınlatacak küfürler bir bir ağzımdan fırlıyordu ve karşımda oturan  iş arkadaşlarım Kyungsoo ve Yixing'in tek yaptığı ise bana bakıp kafalarını olumsuz anlamda sallamaktı. Tamam, belki hoş değildi. Belki bir beyefendiye bu küfürler, bu çıldırmalar yakışmıyordu. Ama tanrı aşkına, dürteyim o beyefendiyi! Ortada beyefendi olunacak durum mu kalmıştı? Elimde olsa Jongin'i Fuji dağının tepesine kadar kovalayıp onu yamaçtan sarkıtırken kahkahalarla güler, ha birde kurda kuşa yem ederdim. Tabi, bunlar uzak ve gülünç bir hayalden farksız değildi ve ilk aşkım, belki de sonradan ilk kalp yaram Kim Jongin'e bunu yapmam imkansızdı. 

"Park Chanyeol."

"Tanrı aşkına, kapat şu telefonu. İğrençliğinize daha fazla tahammül edemeye-"

"Adamın ismi, Park Chanyeol. Uçağı bu akşam 9 da iniyor. Onu senin alman lazım, Baek".

Karşımda kalem sallarken kendi kendine söylenen Yixing, bana bakıp telefonu kapamamı işaret etmişti ama benim Jongin'e etmek istediğim çığlık çığlığa küfürler içimde bir senfoni  oluşturuyordu. Elimdeki kahve bardağını sıkıp farkında olmadan  bardak olma kavramından uzaklaştırırken telefonun diğer ucundan kapanma sesi kulaklarımı doldurdu. Sonra ne mi oldu?  Elimdeki kahve tamamen masanın üzerine boşalıp elimi sıcak bir buharla yıkadı. İçimdeki cırtlak tenor sesli adam ise senfonide ki ahengi yararcasına bağırmaya başladı. 

"KIM JONGIN!"

"Tanrı aşkına Baek, sakin olur musun?" 

Sizinde tam şu anda gözlerinizi bana dikip baktığınız gibi, Yixing ve Kyungsoo da bana ve döktüğüm kahveye bir anne edasıyla bakıp duruyorlardı. Kyungsoo aldığı peçeteyle dökülen kahveyi siliyor, Yixing ise  kolonya ile bileğimi ovalıyordu. Tam bir yaşlı teyze edasıyla arada kolonyayı burnuma da tutuyor, 

"Nefes al ve ver, al ve ver."

Diyordu. Tanrı aşkına, etrafımda tek akıllı insan olamaz gibi bir kural mı vardı? Herkesin böyle davranmasının başka açıklaması olamazdı çünkü. Limonlu kolonyanın burnu midemi bulandırmaya başlarken elini yana itekledim ve kendi başına çektiği pembe dizi sahnesini "KESTİK!" sesiyle durdurdum.

"Yixing, doğum yapmıyorum. Sinir krizi geçiriyorum, farkındasındır umarım."

Dediğimde bileğimi bırakıp az önce sindiği koltuğa geri çökmüştü. Dudaklarını büzmüş, yine o cüssesine ters bebek bünyesi ile bana bakmaya başlamıştı. Bu çocuk cidden, insanı bir anda delirtebilen sonra ise hiçbir şey olmamış gibi sakinleştirebilen bir güce sahipti. 

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Feb 03, 2021 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

Deniz Feneri Bekçisi | chanbaekWhere stories live. Discover now