BÖLÜM 7

484 23 15
                                    

Ona duyulan ilgi ve merakın doruğa çıktığı zamanlarda bir cumartesi gecesi evinin ışıklarının yanmadığını gördüm. Gatsby bir Trimalchio olarak nasıl gizemli bir biçimde aniden ortaya çıktıysa, öyle de kaybol­muştu. Eğlenmek için malikanenin yolunu tutan otomobillerin birkaç dakika sonra homurdanarak geri döndüklerinin sonra­dan fark ettim. Hasta olabileceğini düşünerek, evine gittim. Kapıyı daha önce görmediğim hain suratlı bir uşak açtı ve göz­lerini kısarak beni kuşkuyla süzdü.

"Bay Gatsby rahatsız mı?"

"Yo, hayır" dedikten sonra biraz zorla da olsa, "efendim" söz­cüğünü ekledi.

"Epeydir görünmedi de, merak ettim. Bay Carraway'in geldiğini söylersin."

"Kim?" diye sordu kaba bir tavırla.

"Carraway"

"Carraway. Tamam, peki söylerim."

Kapıyı sertçe yüzüme kapattı.

Benim Finli, Gatsby'nin bir hafta evvel evde çalışan tüm hizmetlilere yol verdiğini, yerlerine aldığı altı kişinin West Egg esnafından rüşvet almamak için köye inmeyip telefonla makul miktarda yiyecek ve içecek ısmarladıklarını söyledi. Bakkalın çırağından mutfağın ahıra döndüğünü duyduğunu, ayrıca çevrede, yeni gelenlerin pek de hizmetçiye benzemediği fikrinin hakim olduğunu da eklemişti.

Ertesi gün Gatsby beni aradı.

"Bir yere mi gidiyorsun?" diye sordum.

"Hayır ahbap."

"Hizmetçilerini işten çıkardığını duydum."

"Dedikodu yapmayacak kişiler istedim. Daisy öğleden sonraları, sık sık geli­yor malum."

Daisy'nin gözlerinde gördüğü hoşnutsuzluk yüzünden o koca kervansaray iskambil kağıdından yapılma evler gibi yıkılmıştı demek!

"Yeni gelenler, Wolfsheim'in yardım etmek istediği bir aile aslında. Hepsi kardeş. Eskiden küçük bir otel işletiyorlarmış."

"Anladım."

Beni aramasını Daisy'nin rica ettiğini söyledi. Yarın Buchanan'lardaki öğle yemeğine gelir miydim? Bayan Baker da ora­da olacaktı. Yarım saat sonra Daisy de aradı. Geleceğimi duyunca çok sevindi. Bir şeyler dönüyordu. Ama olay çı­kartmak için o günü beklediklerini, hele Gatsby'nin o gece bahçede açıkladığı o garip planı uygulayacaklarını hiç sanmıyordum.

Ertesi gün hava öyle sıcaktı ki her yer kavruluyordu. Yazın kesinlikle en sıcak, belki de son sıcak günüydü. Bindiğim banli­yö treni tünelden geçip aydınlığa çıktığında, öğlen güneşinin dayanılmaz sıcaklığını yaran tek şey Ulusal Bisküvi Şirketi­'nin fabrika bacasından çıkan keskin düdük sesiydi. Bulun­duğum vagonun hasır oturakları sıcaktan ateş gibi yanı­yordu. Yanımda oturan kadın beyaz bluzunun altında bir süre nazikçe terledikten sonra, parmaklarının arasındaki gazete sırılsıklam olunca umarsız bir çığlıkla aşırı sıcağa kendini teslim etti. Bu esnada da el çantasını yere düşürünce "Kahretsin!" diye bağırdı.

Yorgun ve halsizdim ama eğilip çantayı yerden aldım, kadına uzattım. Kötü bir niyetim olmadığını göstermek için parmaklarımın ucuyla, kendimden uzak tutmaya özen göstermiştim. Ama yakınımızdaki herkes, kadın da dahil, gözlerini kuşkuyla bana dikmişti.

"Sıcak!" diye söylendi kondüktör tanıdık yüzlere bakarak, "Ne hava ama!Sıcak!Sıcak!... Sıcak! Size de sıcak geli­yor mu? Sıcak mı? Sıcak..."

Biletimi geri verdiğinde üzerine parmak izinin çıktığını gördüm. Bu sıcakta insan kimin dudaklarını öptüğünü ya da pijamasının göğüs cebine kimin başını yasladığını umursar mı sizce!

Muhteşem GatsbyHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin