1981 KASIM

363 30 44
                                    

KASIM 1981/İSTANBUL

"Anlat bana. "

"Neden?"

"Seni dinlemek güzel şey," dediğinde kendimi gülmekten alamadım. Kemikli elleri dumanı tüten kahvesinin karton bardağını kavradı. Kasımın soğuğu yakamızı çekiştirip içimize ta ciğerlerimize doluyordu.

"Aslında sana çok şey anlatmak istiyorum fakat" gözlerinin içine baktım. Konuşurken gözlerinin içine bakardım ki onun ilgisini ve sözlerinin doğruluğunu hissedebileyim diye. "çok konuştuğumu düşünmenden korkuyorum"

"Çok konuşmak değil ki kötü olan, Yersiz bir korku seninki. Oysa çok mantıklı konuşuyorsun. Dolu sözler seninki. Hele içinden geçince bazı cümleler bir ahenge dönüşüyor sende. Gözlerin parlıyor, o ince parmakların boşlukta sanki yeni kelimeler oluşturuyor. Seni dinlemek ve izlemek... Güzel şey."

Sessizleşti. Gözlerindeki ışık daha parıldadı. Annemin söylediği gibiyse eğer bir erkeğin sözleri ve sevgisi hepten yalansa, bu adam en sahici yalandı bana.

"Nalan, yanığım sana."

Bende sana.

Ortaokuldayken kalbin kan pompalama görevi olduğunu öğrenmiştim ya işte şimdi onu hissedebileceğimi öğrendim. Ellerimi titreten, yanaklarımı gülmekten acıtacak bir şey vardı. Güzel şeyler.

"Şimdi diyorsun ki anlat bana Nalan. Kolay sanıyorsun sen, senin karşında konuşabilmeyi. Ellerim titremeden, gülmeden, söyleyeceklerimi unutup sana bakmadan durabilmek kolay değil. Otobüste giderken bile sana anlatacaklarımı biriktiriyorum ben. Bana hiç seni seviyorum demedin. İyi ki demedin çünkü bir bunun bir ezber mi olduğunu düşünmekten korkabilirdim. Fakat ben sana... Seninle ilgili olan her şeyin güzel şey olduğunu söylemek istiyorum."

Bir süre sustuk. Çünkü paylaşmanın sarsıcı bir yanı vardı.

"Yürüyelim mi Beyazıt'a?"

"Dersin var sanıyordum."

"Aslında derslerim bitmişti bugün. Bir iki ders için edebiyat fakültesinde derse girecektim keyfi."

"Bu aralar hukuktan ziyade edebiyat derslerine gider oldun."

"Ne yapayım gözüm var işte."

Masadaki bardağı çöpe attı bende onu izledim. Tıp okuyordu. Yedi düvel zengin bir ailenin çocuğu olmasına rağmen Anadolu'da doktorluk yapmak istiyordu. Haksızlığa ve kabalığa tahammül edemiyordu. Riyakarlıktan çok uzaktı. Sigara içmez ve küfretmezdi. Bana nazik olduğu kadar çevresine de nazikti. Statüyü önemli görmüyordu. Onun için bir profesör ve bir garson bile eşitti ve herkes iyi davranılmayı hak ediyordu.

Arkadaşlarımın söylediğine göre çok da yakışıklı değildi. Fakat kalıplıydı ve benden on santim uzundu ki ben bir yetmiş boyundaydım. Başım omzuna yakındı ve sarılırken yüzümü göğsüne gömdüğümde saçlarımı öper çenesini başıma yaslardı. Çok güzel şeydi.

Paltolarımızı giyindik. Kitaplarımızı toparladık, ellerimizi birleştirdik. İstanbul Üniversitesi'nin büyük kapısından çıkıverdik. Ağır ağır çıkmaya başladık yokuşu.

Tutmadığı eliyle burnuma dokundu. "Burnun bile üşümüş senin."elimi bıraktı. Atkısını çıkarıp boynuma doladı. " Deli akıyor benim kanım yavrum. Sen çok üşümüşsün. " ellerimiz tekrar birleşti. İki adım ötede el arabasından salep aldık. Israrlarıma rağmen ödedi. Bozuk para üstlerinden iki tanesini bana uzattı.

"Bunları biriktirdiğini biliyorum. Senin olsun." Bozuk paralar Mustafa Kemal Atatürk'ün doğumun 100. Yılı için özel basılmıştı. Cüzdanıma koydum.

Aşkın EkinoksuWhere stories live. Discover now