1

1K 95 11
                                    

Tanrıya inanmazdım.

Karanlığın içinde rahattım, kurtulmak istemiyordum artık. Dualarıma cevap veren olmamıştı, elimden tutan olmamıştı. Senelerce yalvarmıştım ellerimi gökyüzüne açıp. "Bana bir melek gönder" demiştim.

Gelen giden yoktu. Beni kurtaran da yoktu, hayatıma aniden gönderilen bir melek de. Ben de karanlığı seçmiştim en sonunda.

Yanılmışım.
Duam biraz gecikmeli kabul olmuş da, haberim yokmuş meğer.
Hayatıma o melek girince anladım.

***

"Changbin! Kalk hazırlan, havaalanına gidiyoruz!"

En yakın arkadaşım, aynı zamanda ev arkadaşım Chan, omzumdan sarsarak beni uyandırmaya çalışıyordu.

"Gelmiyorum, uyuyacağım ben." diye homurdanıp yorganı kafama çektim.

"Ya çocuğa ayıp olacak! O kadar yoldan geliyor oğlum kalkıver be!"

"Umrumda değil, gelince hoşgeldin derim işte."

Chan'ın ilkokuldan arkadaşı Felix geliyordu onu ziyarete. Chan, üniversite için Kore'ye geldiğinde o Avusturalya'da kalmış, Chan ondan bahseder dururdu.

"Var ya tanısan çok seversin, Felix tam bir melektir!" derdi sürekli. Eminim öyledir diyerek geçiştirirdim, insanlara ve insanlığa karşı zerre umudum kalmadığı için olabilirdi bu.

"Madem gelmeyeceksin, bari biz dönene kadar odanı falan topla, cidden ayıp olacak çocuğa."

"Beğenmiyorsa gelmesin kardeşim!"

"Ulan Changbin ne ters herifsin be!"

Birkaç dakika içerisinde evin dış kapısı kapandı, ben de uykuma kaldığım yerden devam ettim. Bilinçsizlik ve karanlıktan ibaret uykumu kimse için bölemezdim.

***

"Uyuyorsa uyandırmayalım, yazık uyusun."
"Ya yeterince uyudu zaten, kalksın sana bir hoşgeldin desin"

Kapımın önündeki konuşmalar belli belirsiz geliyordu kulağıma. Odamın kapısı aniden açıldı, açan muhtemelen Chan'dı, zira onu kapıyı açışından bile tanırdım.

"Hayır uyandırma, bırak uyusun!"

Tok bir ses fısıldadı bu cümleyi. Bir süre sonra odamın kapısı geri kapandı.

Geri uyuyamadım. Kalktım, üstüme siyah kapşonlu sweatshirtlerimden birini atıp seslerin geldiği mutfağa yöneldim. Mutfak masasında kapıya sırtı dönük oturan Felix olmalıydı. Karşısında oturan Chan'ın yargılayan bakışları bana döndü.

"Ooo, günaydın paşam! Nihayet teşrif ettiniz!"

"Günaydın" diye mırıldandım. Sonra Felix bana döndü.

O gülümseme..

"Günaydın Changbin, ben Felix"

Küçük beyaz bir el uzandı bana doğru. Sabah uykulu ve huysuz halime böyle parlak bir gülümsemeyle nasıl bakabiliyordu bu çocuk? Üstelik yol yorgunuyken.

"Hoşgeldin Felix." derken elimi sweatshirt'ümün cebinden gönülsüzce çıkarıp Felix'in elini sıktım.

"Gel kahvaltı yap."
"Size afiyet olsun, ben duş alacağım." deyip mutfaktan çıktım. Yeni biriyle muhatap olmak, kendimi tanıtmak istemiyordum, hele de hayatta haz etmediğim iyimser, Polyannacı birine.

melek- changlixWhere stories live. Discover now