And I'm Hoping

332 37 9
                                    

Tanıdık karamsar sokaklarda yürüdüğü bir sabah daha. Önce saate bakmayı düşündü ama geç kalmadığından emindi. Bir süre yürümeye devam ettikten sonra tarihi merak etti, Noel'e az kalmış olmalıydı. Çoktan evlerin, ağaçların süslemeleri yapılmıştı. Öne kayarak bollaşan eldivenlerini çekiştirip cebinden telefonunu çıkardı. 24 Aralık. Noel arifesi. Yılın bu gibi zamanları fırının pastane ürünlerine talep artar, daha iyi iş yapardı dolayısıyla uzman olduğu hamur işlerine kısa süreliğine ara verirlerdi.

Her yıl bugün kasiyerleri Eldon izinliydi çünkü kızı Finn ile vakit geçirebildiği sayılı günlerden biriydi. Harold sorunlu aileye sahip tek kişi değildi tabii ki. Aslında Eldon anlatmaya hevesliydi ama karşılığında kendi sıkıntılarını anlatmasını bekler diye Harold fazla diyaloğa girmekten kaçınmıştı. Bildiği kadarıyla karısı sağlık sorunları nedeniyle öldükten sonra anlaşamadığı kayınpederi Eldon'ın çöken psikolojisini gerekçe gösterip küçük kızın velayetini almayı başarmış ve her şeyi daha kötü hale getirmişti. Hatta bununla da kalmayıp sanki hayatını bitirmeye yemin etmiş gibi birtakım eski evraklar bulup – Harold ne olduklarını bilmiyordu- şirketindeki pozisyonundan atılmasını sağlamıştı. İşini ve ailesini kısa süre arayla kaybeden Eldon da en azından kendisini hayatta tutabilmek için bu işe girmişti.

Karşılaştırma yapmak istemiyordu aslında ama en azından Eldon bu zamana kadar olan süreçte mutluluğu tatmıştı.

Cam kapıyı açıp içeri girdi. Arkadaki fırının her yere yayılan sıcağıyla buluşunca üşümüş olduğunu fark etti. Umarım bu gece kar tutar da beyaz bir Noel'e uyanırız, diye düşündü. Paltosunu çıkarıp asarken müşterinin geldiğini belirten kapı çıngırağını duydu. Arkasını dönüp, samimi görünmeye gayret ederek, yeşil gözlerini karşısındaki mavilere dikti.

"Hoşgeldiniz."

Maviler garip bakıyordu. Acaba yüzünde sabah fark etmediği büyük bir sivilce mi vardı? Yoksa... Dudakları yine parlak sarıya mı dönüyordu? Bu düşünceyle tebessümle gerilen dudaklarını aniden dişleri arasına alıp saklamaya çalıştı.

"Geçen seneki zencefilli kurabiyelerinizden almaya gelmiştim. Yonca şeklindeydiler." Mavi sonunda sesini bulduğunda konuştu. Bir yandan üstündeki bakışlarını çekip camın arkasındaki ürünleri incelemeye başladı. Eh, Harold'ın işine gelirdi.

"Sizi biraz bekletmeme izin verin muhtemelen birkaç dakikaya çıkartırlar." Arka tarafa yönelip Barbara'ya hızlı olmasını işaret etti ve müşterisini yalnız bırakmamak adına duvardaki aynaya kısaca göz atarak geri döndü. Görünürde farklı bir şey yoktu. Sessizlikten rahatsız olduğunu hissetti. "Bu kadar erken saatte fırına pek gelen olmaz önemli bir gün mü?"

"Doğum günüm." Sonunda göz kontağı kurabilmişlerdi. Harold içinin titrediğini hissetti. Nasıl bu kadar derinlerdi? Mavinin en güzel tonunu gördüğüne yemin edebilirdi. Ve ne demeliydi?

"Öyle mi? Pasta almadığınıza göre kurabiyelerimizi çok sevdiğinizi varsayıyorum." dedi sorar bir ifadeyle. Konuşmaya devam etmesini istiyordu.

"Tek başıma bitirebileceğimi bilsem pasta alabilirdim belki. Onların da güzel olduklarına eminim." dedi küçük bir gülümsemeyle. "Yine de yılbaşı ruhuna uymak hoşuma gidiyor sanırım." Harold sessiz kaldığında gülerek devam etti "Küçükken Noel için kurulan ışıklandırmaları benim için asıyorlar sanırdım. Bu yüzden hoşuma gidiyor olmalı." İkisi de gülerken arkadaki mutfaktan çıkan Barbara elindeki tepsiyi kasanın olduğu taraftaki tezgahın kapalı kısmına soğuması için bıraktı. Müşterisine bakıp baş selamı verdi.

"Selam Louis. Birkaç gündür gelmiyorsun nerelerdeydin bakalım?" Demek sık geliyormuş, diye düşündü. Herhalde sık geldiği için tanışıyorlardı. Neden daha önce görmemişti ki? Kafasını adının Louis olduğunu öğrendiği yabancıya çevirdi. Louis. Gözlerini Harold'dan kaçırıp soruya cevap verdi.

"Aslında Ernest ve Doris'i görmeye gitmiştim. Birkaç gün için eve dönmek güzeldi."

"Minikleri görmeyeli uzun zaman oldu kocaman olmuş olmalılar." tebessümle konuştu. Pekala, düşündüğünden daha çok tanıyorlardı birbirlerini. "Neden daha fazla kalmadın?" Harold kafasını çevirip dikkatini başka şeylere vermeye çalıştı.

"Ah,şey... Biliyorsun." Ne? Bakışlarını sese döndürdü. Başını önüne eğip elini ensesine götürdü. Konuşmak istemiyor olmalıydı.

"Haklısın. Üzgünüm." Barbara kafasını üzgün görünerek yavaşça iki yana sallayarak soğuyan kurabiyelerin bir kısmını Harold'un önceden çıkardığı kutuya koyup geri kalanını camın arkasına dizmeye başladı. Louis de evden uzaktı.

Harold dalgınca dolu kutuyu alıp tarttı. Çıkan fişi alıp arka cebine sıkıştırdı. Poşetin tutma yerini gerdirip tezgahın üzerinden uzattı. Bütün bunları Louis boş bakan gözleriyle izledi, ne yaptığını anlamaya çalışıyordu. Harold'un, insanlara bu tarz jestler yapacak kadar samimi davranmadığını biliyordu. Poşeti dikkat çekmek amacıyla sarsan çocuğa baktı. Gerçekten bunu yapıyor mu, diye düşündü. Ciddi görünüyordu.

"Teşekkür ederim ama gereği yoktu Harry." Yüzü mahcup bir ifade takınırken konuştu. 

Harold kaşlarını çatınca yaptığı yanlışı fark etmişti ama artık çok geçti. Adını söylemişti. Mavi bozuntuya vermeyip poşeti elinden alırken, yeşil ne zaman tam anlamıyla tanıştıklarını hatırlamaya çalışıyordu. Önlüğünün üstündeki isim kartından görmüş olmalıydı. Lou artık acele ediyordu, bir an önce buradan gitmek istedi. Paniklediğini hissetti. Sesinin titrediği anlaşılmadan kısaca kolay gelsin tarzında klasik laflar edip kaçarcasına çıktı. Harry kapının kapanmasını izlerken az önce ne olduğunu düşünüyordu. Kafasını iki yana silkeleyip Barbara'ya yardım etmeye karar verdi. Mutfağa giderken yanından geçtiği askılıkta asılı önlüğü ve "Harold" yazılı isim kartlığını fark etmemişti.

GOLDEN | l.s. ✔Opowieści tętniące życiem. Odkryj je teraz