1

1.8K 135 277
                                    

"Yarayla alay eder, yaralanmamış olan."

Eylül 2019

Büyük bir gürültünün zihninde yer ettiğini, içinde bulunduğu uyuşukluk durumundan ayrılmadan hemen önce fark etti. Birbiri ardına eklenen görüntüler bu sesle kırılıp gerçekliğini yitirirken tonlarca ağırlığın üzerindeki varlığını hissetiği göz kapaklarını araladı.

Rüyaları derindi. İçinde boğuluyor gibi hissettiren hikayelerin, unuttuğunu sandığı detayların kıskıvrak yakalayıp onu nasıl yorduğunu artık anlayabiliyordu düşlerinde.

Elini yanındaki boşluğa attı. Telefonunu aradı. O aradıkça sanki ellerinden kaçıyordu gürültünün kaynağı. Gözlerini açtığında ona eşlik eden huzursuzluğun artışı ağlayacak gibi hissetmesine sebep oldu.

"Sus, lütfen sus." Telefonu sonunda bulduğunda alarmı kapattı. Yüzünü yastığa bastırdı tekrar. Elleri sıkı sıkı kumaşı tutuyordu. Uyandığında kendini bulduğundan çok daha büyük ve kalabalık bir boşluk etrafını sarmıştı bile.

Hayattaydı. "Ne acı." diye geçirdi içinden.

Oyalanmadı. Duşunu alıp içindeki dağınıklığı gizleyen ütülü kumaşı geçirdi üzerine. Aynaya bakmadı, göreceği şeyin yabancılığıyla yüzleşmek istemedi.

Yarım saat sonra iş yerinin önündeydi. Küçük çantasını omzuna asarken kahverengi, dalgalı saçları gözlerinin üzerine düştü. Onları arkaya attı. Şirkete girerken içindeki sıkıntı an be an artıyordu.

Adımları hızlandı. Üzerinde birkaç göz geziyordu fakat o dünya üzerindeki bütün bakışların ağırlığını bedeninin her yanında hissediyordu.

"Müdürün fahişesi." denildiğini duydu, kibar davranmışlardı.

"Torpili olmasa bir gün kalamaz burada ibne..." Dudaklarına rahatsız bir gülümseme oturdu.

"verirse... Kalır tabii." Seslerin neden yükseldiğini biliyordu.

Masasının başına geldi. Diğerlerinden filmli camlarla ayrılan masasına çantasını bıraktıktan sonra sandalyeye çöktü. Omuzları üzerindeki ince gücü de kaybetti. Dirseklerini masaya yaslayıp başını ellerinin arasına aldı.

Kim, ne diyor bilmiyordu. Fakat kafasındaki sesler uğuldamaya devam etti. Şimdi hiçbir kelimeyi ayırt edebilecek gibi değildi.

"Özgür!" İrkildi. Gözlerini masasının başındaki adama çevirdi. Parlak gülümsemesi, üzerindeki pahalı takım; tehlikeli bakan yeşil gözler.

"Neye daldın?" Dudakları sahte bir gülüşe bile ev sahipliği yapabilecek durumda değildi. Cevap vermedi.

"Özgür." dedi tekrar, kendisine boyun eğilsin isteyen ses. Özgür sadece sussun istiyordu.

"Efendim, Engin Bey?" Yapılı beden elindeki kahveden bir yudum aldı. Kulağına doğru eğildi.

"Akşam sana uğrayacağım." Çekilmeden önce boynunun üzerine dudaklarını bastırdı. O uzaklaşırken Özgür'ün yüzünde yardım dileyen bir ifade vardı.

İğrenç hissediyordu.

Bakışlarını önünden ayırdı. Herkes biliyordu artık ne döndüğünü, o yine de gören var mı diye baktı.

Bakışları Emre'yle kesişti.

İğrençti.

Her gün ayakta kalmak için tutunduğu dirayetin paramparça olduğunu hissetti. Midesi bulanıyordu. Sigara paketini cebine sıkıştırıp kaçtı üzerindeki bakışlardan.

Terasa çıktı. Şimdi şehir ayakları altındaydı. Ayakları zihninden korkar gibi uçtan uzaktı. Kollarıysa korkuluğa eğilirken ne istediğini biliyor gibiydi. Saçları havalandı.

Paketten bir dal çıkarıp dudaklarının arasına yerleştirdi. Elini rüzgara siper edip ateşledi. Ciğerlerini doldururken elleri titriyordu. En son ne zaman kahvaltı yaptığını bilmiyordu, güçsüz vücudu bir mide bulantısıyla kasıldı. Umursamadı.

"Erkencisin." Yanındaki sese döndü. Onun gibi korkuluğa yaslanmış kadına baktı. Yüzünde yorgun bir ifade vardı, kumral saçları dağınıktı. Mini eteği ve derin dekolteli bluzu oraya ait olmadığını haykırıyordu.

"Şeytanla erken denk geldim." diye açıkladı kendini Özgür.

"Bir de şeytanla uyandığını düşün." Yüzüne keyifsiz bir gülümseme yerleşti. Özgür ona eşlik etti. Ardından dudaklarında duran sigarayla onunkini yaktı.

Cansu transseksüel bir seks işçisiydi. Çok güzel bir kadındı, öyle ki Patron (Demir) onu bir eşya gibi yanında taşır olmuştu. Her gün onunla bu şirkete geliyordu ve tek bir görevi vardı. Patronun canı ne zaman isterse onu tatmin etmek.

Özgür ve Cansu aynıydı. İkisi de ötekiydi. İkisi de birilerinin fahişesi olarak anılmaya mahkumdu.

İkisi de yaşamıyordu.

"Karısı tehdit etti yine."

"Ne yaptın?"

"Kocasının sikine sahip çıkabilseydi zaten orada olmayacağımı söyledim." Özgür keyiflendi bu cevapla. İkisinin de gözleri metrelerce aşağıdaki yolun üzerindeydi.

"Haklı olduğunu biliyorsun."

"Biliyorum, ama onun aldatılmasında kocasının sadakatsiz bir orospu çocuğu oluşunu değil de, benim fahişe olmamı sebep olarak görmesine katlanamıyorum."

"Kadınlar..." Cansu omzuna vurup güldü.

"İbnesin de bir faydasını mı gördün?" Özgür de gülerken başını önüne eğdi.

Arkadaşlar mıydı bilmiyordu. Tek bildiği onunla konuşabiliyor olduğuydu.

"Gitmeliyim." dedi Cansu sigarasını betona bastırırken.

Sadece başıyla onayladı.

O gittikten sonra bir süre daha gelip geçen arabaları izledi. Dönmek istemiyordu. Fakat oyalanması iyiye alamet değildi.

Tekrar içeri girdi. Onu Cansu'yla görenler gülerek birbirlerine bir şeyler anlatıyordu. Gözlerini yumdu, iç çekti. Masasına yöneltti adımlarını.

"Özgür." Yine o ses. Bakışlarını Engin'e çevirdi.

Başıyla odasına gelmesini işaret etmişti. İmalı bakışlar arasında emrine uydu. O girdikten sonra kapıyı kapattı Engin.

"Neden bu dosyalar dün tamamlanmadı?" dedi karşısındaki yığını işaret ederken.

"Çünkü tamamı senin işlerin."

"Kesinlikle." Suratındaki sahte ciddiyet silindi. O çirkin, menfaatçi ifade yerleşti.

Özgür'ü omzundan masasına yöneltti. Onu oturttuğunda çekmedi ellerini. Omuzlarını okşadı.

"Ben dışarıda işlerimi hallederken, sen de bunları halledersin." Omzunu son kez sıktı. Uzaklaştı vücudundan. Özgür ifadesiz gözlerini ona çevirdi. Cevap beklemiyordu, göz kırpıp çıktı odadan.

Özgür başını arkaya yasladı. Ne kadar daha böyle devam edecekti?

Zamanın İzleri | ⚣Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin