2

774 121 148
                                    

And now that you've found it- its gone
and now that you feel it- you don't
You've gone off the rails

Bedeninde kara bir leke gibiydi ruhu.

Boğazındaki yumruyu istese de geçiremedi. Vücudu bir fahişe olmak için eğitilmiş gibi ona dokunan ellere itaat ediyordu. Çıplak karnında hissettiği dudaklarla beli yükseldi.

Gözlerini araladı. Henüz güneş doğmuş olmalıydı. Saatten haberi yoktu, zaman kavramı yok olmuş gibiydi.

Pencereden ayırdı yorgun gözlerini. Karnında dudaklarını gezdiren adama döndü. Vücudu kendinden biraz daha tiksinmesine sebep olan bir heyecanla kasılırken elini kumral, parıldayan saçlara daldırdı. Bu yalnızca bir tutunma refleksiydi.

Kemikli eller bacağı boyunca gezip teninin iç kısmında durduğunda derin bir nefesle karnı çöktü. Yeşil gözler gözlerine döndü, içlerinde derin bir arzu vardı.

Oluşan çöküntüye eğilip uzunca öptü. Göğsüne çıktı, boynuna. Dudak kenarında oyalandı. Elleri baldırını okşuyordu.

"Senden nasıl vazgeçebilirim?" Farkındalıklar üzerine çöktü. Bu masum görünen cümlenin altındaki farkındalıklar her hücresini ezdi.

Doğruldu. Bacaklarını elinden kurtarıp kendine çekti.

"Git." Engin'in dudağının kenarında narsist bir gülümseme oluştu. Elleriyle belini kavradı Özgür'ün. Kendine yaklaştırdı.

"Senden vazgeçmeyeceğim."

Midesi bulanıyordu.

Elini göğsüne koyup itti onu.

"Git dedim, Engin."

"Ne olursa olsun altımda inlemeye devam edeceksin. Tıpkı saatler öncesi gibi."

Gözünden bir kıvılcım geçti. Elini tüm gücüyle ittiği bedenin derisine geçirdi. Engin kısa bir anlığına tısladı. Ardından Özgür'ün gücünü saniyeler içinde kırıp bacaklarının arasına eğildi. Kollarını yatağın iki yanına sabitlerken dudağını baskıladı dudakları. Dişleri arasında ezdi yumuşak deriyi. Özgür ölümü tatmayı istedi.

"Hiçbir zaman beni reddemeyeceksin. Hiçbir zaman edemedin." Suratında kendinden emin bir sırıtışla çekildi. Elini Özgür'ün tırnaklarını geçirdiği kısma attı. Kanın parmağına geçmesine izin verdi. Özgür'ün gözlerine bakarken emdi kendi kanını. Ardından bir şey söylemeden odadan çıktı. Yüzündeki o çirkin gülümseme sabit kalmıştı.

Dış kapının sesini duyana kadar gözleri tavanda kaldı. Vücudunda sızılar dolaşıyordu. İçi bomboştu. Artık ne pişmanlık duyuyor, ne zevk alıyordu. Bedeni tiyatro sahnesinde gibi kendisine biçilen rolleri oynuyordu, ruhu tek izleyicisiydi.

Boğazında bir yumru, içinde öfke vardı. Fakat öyle güçsüzdü ki ikisi de ne ağladı ne de feryat etti.

Yataktan kalktı. Yerdeki tişörtü geçirdi üzerine. Altında yalnızca boxer olduğunu için ürpermişti fakat umursamadı.

Çıplak ayakları odanın çıkışına yöneldi. Holü geçerken sakindi. Gözleri salondaki sehpaya çarptı. Annesinin ona doğum gününde aldığı melek biblosuna baktı.

Özgür gürültü sevmezdi. Abartılı tavırları, seçilen büyük harfleri katlanılmaz bulurdu. Dağınıklık onu rahatsız ederdi. Elini bibloya uzattı. Çok nazik bir hareketle dokundu ona. Ve aynı tavırla itti.

Porselen biblo binlerce parçaya ayrıldı ayaklarının dibinde. Çıkardığı tiz ses zihninin her köşesine hissettirdi varlığını. Adım attı, parçalar ayaklarına battı. Üzerinde yürüdü. Duvardaki tablolarda gezdi elleri.

İşte tüm sevdikleri buradaydı, fakat, neredeydiler?

Büyükannesine ait fotoğrafın çerçevesini eline aldı. Birkaç sene önce vefat etmişti. Ona gülümseyerek baktı. Ardından az öncekinin tam aksine, güçlü bir öfkeyle onu duvara fırlattı. Şimdi metal ve cam parçaları yerde birbirine karışmıştı. Kulaklarını kapattı. Gürültüyü sevmezdi.

Annesinin fotoğrafına çevirdi gözlerini. Parmaklarını ince camın üzerinde gezdirdi. Konuşmadı, ona söyleyecek bir şeyi yoktu. Avucunu cama bastırdı. Biraz daha, ardından biraz daha.

Cam elinin altında parçalandı. Her bir parçanın tenine saplanışını iyice hissetti. Ardından kana bulanmış elini çekti. O çerçeveyi de aldı. Aynalı dolaba fırlattı. Şiddetin etkisiyle ayna düştü. Parçalara ayrılırken oraya ilerledi. Yere oturup bağdaş kurdu.

"Neredesiniz?"

Kimi aradığını bilmiyordu.

Yüzünü yansıtan kırık aynaya döndü. Ellerinden hâlâ kan sızdığını biliyordu. Aynadan gözlerini çekmeden yanağına koydu cam parçaları bulunan elini. Annesinin fotoğrafının yarattığı yara... Elini elmacık kemiklerinden kaydırdı. Annesinin yanında olup okşamadığı gibi okşadı yüzünü. Kan yüzünün sol tarafına bulaştı.

Başka bir cam parçasına uzandı. Elime alıp bileğinin üstüne götürdü. Damarlarını gösteren derisine baktı uzun uzun. Elleri kasıldı, ardından uyuşmaya başladı. Geri bıraktı kırık parçayı.

Yorgundu. Başını sert zemine yasladı. Cam kırıkları içinde cenin pozisyonunu aldı. Biraz uyusa iyi olurdu.

Zamanın İzleri | ⚣Where stories live. Discover now