lustreus

aşağı bak,
          	suyun altındayım.
          	
          	gün artık buradan içeri ışımıyor. soğuk ve karanlık, aşağıdan yukarıya büyüyor.
          	
          	elimi tut.
          	sana söylenmemiş şarkılar ve duyulmamış hikâyeler fısıldayacağım. 
          	
          	ben buradayım, sen neredesin?

lustreus

ve ben de seni bekliyorum.
Reply

lustreus

salt varoluş, parmaklarımın arasından sicim gibi kayıp gittiğinden beri yaşam terazimde yalnız onun arayışı ağır bastı. ilahi bir hayvanlık, hiç kimseye ve hiçbir şeye bağlı olmaksızın yaşamak fikri. omnia mea mecum porto. içim böylesine ağırken sırtıma binen gölgeleri nasıl taşıyabilirim? yaşam bilgisi gözümü kapatsam kulağımdan, kulağımı kapatsam burnumdan içeri böylesine dolup taşıyor ve canımı delicesine yakıyorken… haec petra non est mea ve ben de sisifos değilim. bu acıya son vermenin çok farklı şekilleri var elbet, ancak ben o kayanın altında kalmayacağım.
          
          tabii bu kaçışımı yeterince açıklıyorsa.
          
          zira benim hüznüm de, korkum da, endişem de bu evcilik oyunumun bir nüansı yalnız.

lustreus

antik akıl etimin sınırlarını zorluyor ve kemiklerim birbirine sürtüyor. uzuvlarımdan yükselen gıcırtıyı çenemden gözlerime yuvarlanırken hissedebiliyorum. üşüyorum. düşüyorum. dev, mavi, karanlık, kristal bir buz küresinin derinliklerine son süratle yaklaşan kırmızı, etten bir ateş topuyum. durmaksızın düşüyorum. içimde kıpır kıpır dolanan ılık kan, etimin yüzeyine hücum ediyor. antik akıl belimden yukarı fısıldıyor, gözlerini aç, gözlerini aç, gözlerini aç. üşüyorum. dinle beni: sen, en nihayetinde dünyanın deforme olmuş suratına yapışan bir parazitsin. düşmanından üstün gelme yarışında kendi zihnine düşman kesilmiş kanı bozuk bir maymun. bugüne dek susuyor, acıkıyor, öfkeleniyordun. şimdi ise gözlerinde bilincin şimşekleri çakıyor. anlamaya başladığını biliyorum. en başında itlaf edilmesi gereken bir gen mutasyonuydun ancak artık çok geç. gözlerini aç. üşüyorum.

lustreus

akdenizle anadolu şehrimde öpüşür sonbaharları. kucaklarında yağmurlar, yumuşacık soğuklar ve yaprak dökmeyen ağaçlar. ne zaman faun dinlesem, aklıma paltomu kapıp bahara kaçmalarım gelir.
          
          zeytinler, incirler suskun.
          bir maki ormanında kaybolurum.
          çok yürürsem patikaların öykülerini okurum.
          
          pencerem ormanları ve sırtı denize dönen dağları buluştururdu. gün oldu, pervazında koca koca binalar büyüdü. güneş, balkonumdan batmaz oldu. nasılsa gideceksin bu şehirden, edindiğin dert mi şimdi; hem kötü mü, bir sürü bir sürü komşular. 
          
          zeytinler, incirler suskun.
          bir maki ormanında kaybolurum.
          şanslıysam tethys’ten kalma bir fosil bulurum.
          
          nedense…
          
          zaten seninki de büyümek sancısı.
          
          yokuşlar ve karbonmonoksit kokulu anılar. çevremde yüzlerce beton insanları; aynı cümleler ve aynı tepkiler. esrime diyorlar, duydun mu, dinler -değil hatta mitler, bu kutsal hissin ardından… konserde de olur böyle… alba’yı çalacaklar mı… pervazımdaki binalar beni yuttu… yabancılaşmak diyorlar buna, sen daha dünyada yokken işlediler bunu, kendine yeni konsept bul… alba’yı çalacaklar mı? gözümü kapatırım ben de.
          
          zeytinler, incirler suskundur herhalde.
          bir maki ormanında kaybolmayı düşlerim.
          müziği dinlersem kendimi de duyabilirim.

lustreus

birilerinin tam da ufuk çizgisinde uzanıyorum; güneş, karnımın üstünden batıyor.
          
          yatağımın altındaki canavarlarla, banyomdaki cinlerle barışalı, bilinemezliklerinden haz duymaya başlayalı çok oluyor. fark etmeye çalışıyorum. bedenimi yalayan bu serin, yabancı dalgaların üzerinde uzanıyor ve ay ışığının öptüğü kirpiklerimi kırpıştırıyorum. derin bir nefes. yüzlerce metre altımda büyüyen bütün gizleri, yaşamları düşünüyorum.
          
          gündüzleri, sadece birkaç metre daldığımda bile soğuktan nasıl da buz keserdim. gün ışığının elini bana uzatamadığını sezinlediğimde aldığım derin haz gülümsetirdi beni, düşünürdüm, uzay boşluğunda yüzüyor olmaktan farkı neydi bunun? düşündüğümde dehşetten başımı döndüren deniz canlılarını, uzaylıların gizinden ayıran neydi?
          
          şimdi ise yavaş, soğuk, karanlık; gök tepemde bütün sırlarıyla ışıldıyor. en derinlerin ve en yükseklerin arasında bir yerde, araftayım; karanlık pelerinini üstüne geçirmiş tanrımın kucağındayım.
          
          saçlarıma dolanan soğuk alevler söylesin, ışıklarından kendime yeni yaşamlar yontmak istediğim kaç yıldız ölü şimdi?
          
          bu bilinemezliğin dehşetini seviyorum.

lustreus

ensende biten saçlarının müthiş içtenliğini kavrayan o ölgün, beyaz parmaklarının narinliğini anımsıyorum da... zaten senden bir ısırık alsaydım dişlerim kamaşır, gözlerim filan yaşarırmış.

lustreus

eteği portakal ağaçlarıyla süslenmiş bir akdeniz dağından rom getirmeni istemedim. yalnız kalmaya hakkın vardı. ama koşmaya yoktu. 
          
          bana iki bilet, bir şişe borçlusun. ben, açık denizde boğulan aptal kaptan, seni çok özleyeceğim. 
          
          huzurla saçmalıklar arasında boğuş. 

lustreus

dünyayı kasmam gerekiyor. suyun üzerindeki zeytinyağı kadar belirgin, yüzeysel ve uçup gitmeye meyilliyim. bir duygunun ağırlığı altında kalamayacak kadar basit, kendimden bir şeyler bekleyemeyecek kadar hissizim. mutlu, hüzünlü, kızgın ya da her neyse işte, bütün bunları yaşayabilmek adına kendimi zorluyorum. oysa şimdi biraz yatasım var. öylece durasım var. kalbimin duyguların ağırlığı altında ezilmeyişine isyan edesim var. ibranice şarkılar, tarihe gömülmüş marşlar ve ittihatçı türküleri dinliyorum. wilhelm bıyıklı adamları seviyorum. "hippie"likle "yuppie"lik sınırını deneyimliyorum. oysa şimdi biraz yatasım var. tavana boş boş bakasım, kitap sayfalarını karıştırıp bir boklar arayasım var. hiçbir sikim olmayacağını bile bile umutlanasım ve elime kağıt kalem alasım. şimdi thom yorke dinleyecek ve tek bir şey bile hissetmeyeceğim. anlamını kimsenin bilmediği kelimeler kullanmak, uzun cümleler kurmak istiyorum. zaten neye ne kadar içerlediğimi bile bilmiyorum. kahveler de uykumu alamıyor. sanırım kayboluyorum ve yolum kimseye düşmüyor. benden bir şeyler bekliyorsunuz ve ben orada öylece duruyor, bekleyişinizi izliyorum. izleyesim var. iş işten geçtiğinde yanınıza gelip özür dileyeceğim.
          
          söz veriyorum.

lustreus

wilhelm bıyığı üzerine durmam gerekiyor. sözümü de tutmayasım var.
Reply