mevanihissiye

yüzünde güneşten bir iz geceyi gizler.

mevanihissiye

yanmak hatifletir her şeyi. kırılmak keskinleştirir, parçalanmak çoğaltır. anıların dokunduğu ruh aynı kalamaz ki. değişim, zaman akışının bir sonucudur. durmaksa ölmektir. fakat ölümden delicesine korkarken; bu durmalar, bu beklemeler de ne demek oluyor? hayat denen bu dergâhı yanlış anladım sanırım. onca yılımı acısızlığın bana huzur vereceğini sanarak harcadım. tırmanışsız zirvelerin varlığına inanmak, ne ahmaklık ama!

mevanihissiye

- diyelim ki gitmedim. seninle beraber olmaya devam ettik. ne değişecekti?
          
          + sabahları beraber uyanırdık. ben senden önce kalkardım. senin uyuyuşunu izlerdim, sonra sen uyanırdın. bana gülümserdin. sonra, sabahları çayı tek şekerli içtiğini, günün diğer saatlerinde şekersiz içtiğini biliyor olurdum. o ilk şekeri ben atardım çayına, zarifçe eritişini izlerdim. sonra, en çok boynundan öpülmeyi sevdiğini biliyor olurdum. sonra dışarı çıkardık. dışarda yağmur yağıyor olurdu. biz şemsiyeyi almazdık. sırılsıklam olurduk. sonra sen bana sokulurdun, ama saçağın altına hiç girmezdik. sonra sen üşütürdün. ayakların buz gibi olurdu. ben sana en sevdiğin o mavi çoraplarını getirirdim. sonra bayramları babaannenin mezarını ziyarete giderdik. hayatta en sevdiğin kadın için ağlayışını izlerdim senin. hiçbir şey yapmazdım, gözyaşlarını silmezdim, seni teselli etmezdim. orada öylece ağlayışını izlerdim. başka insanların mezarlarının arasında dolaşarak, hayatın ne kadar şahane bir şey olduğunu düşünürdüm. sonra... sonra hiçbir şey yapmazdık. öylece otururduk. çok bilinmeyenli bu sorunun yanıtını arardık. hayat bizi yalancı çıkarana dek, bulduğumuz cevapları doğru sanırdık.

mevanihissiye

renkler çürüyor yavaş yavaş, hiç ummadığım vakitlerde boğuluyorum düşüncelerimde. baktığım aynı sizinle biliyorum ama gördüklerim aynı değil. cama vuran güneş ışığının dahi hikayesini arıyorum. sanki yarım kalmışlıkları var gibi bu dünyanın bir yerinde, sanki hiç aydınlatamamış aydınlatmak istediği o karanlıkları. bir kuytu köşe, öyle ışıksız, öyle soluksuz, öyle muhtaçmış sanki ona. sanki o yüzyıllardır giderememiş gibi o muhtaçlığı. sanki öyle bir mahzunlukla aydınlatıyor tüm camları, sanki öyle bir mahzunlukla doluyor odama. 

mevanihissiye

çürümüş o renklerin arasında kendi hikayemi arıyorum bazen, kendi rengimi bulmayı umut ediyorum. edilmeyecek yeminler ediyor, olmayacak dualara amin diyorum. kapısı dahi çalınmayacak o kalplerden sevgi dileniyorum, kendimi terk ediyorum bu muhtaçlığa. en kötüsü; kendimi muhtaç bırakıyorum o muhtaçlığa. griye boyanıyorum, parçalı bulutlu bir akşamüstü gibi. yağmur yağsa dağılacak sanki gökyüzündeki bulutlarım ama o yağmuru yağdırmıyorum, kendimi muhtaç ediyorum. bazen ise kuşanmayacak nefretleri kuşanıyorum, kana bulanıyor elim, dilim... kaybediyorum merhametimi, öldürmem gerekenleri gözlerinin içine bakarak, kaçtıkları her şeye muhtaç bırakarak öldürüyorum. sormuyorum son isteklerini, son isteklerimi sormadıkları o zamanları anımsıyorum. öfkemin rengini biliyorum, kanlarıyla resmediyorum öfkemi. hayır, intikamı arzulamıyorum, intikamın rengini dahi bilmiyorum. biliyorum ki, dün sırtıma sapladıkları bıçak bir gün onların boğazını kesiyor, nefessiz bırakıyor, kan kustuyor. kimileri ilahi adalet diyor buna, kimileri karma. ben ise bir gün herkes yaşattığını yaşayacak diyorum misliyle, ya burada ya da tanrı’nın huzurunda. bir gün benim canımı acıtan o yaralar, onların ölümü olacak ve ben o gün tek bir renge boyanacağım; maviye. umudun, huzurun mavisine. 
Reply