Kendi kendine kaldığın zamanları çok sever ama bir o kadarda da korkarsın o anlardan. Sonsuz bir karanlığın içine çekilir gibi hissedersin. Herkese, her şeye kızarsın. Kime, neye kızlığını bilmeden. Yaşaman gerektiği halde yaşayamadığın anların siniri dolup taşar. Küfretmek bağırıp çağırmak istersin. Ama öyle sessizce durursun. İçinde yaşadıklarının tek birini gösteremezsin, anlatamazsın. Dalar gidersin boşluğa. O boşlukta boynuna bir ip dolanmış hiç çırpınmadan öleceğin anı beklersin sonra bir ses, bir dokunuş söker atar seni o boşluktan. Kapı çalmıştır, mesaj gelmiştir ya da karşıya geçerken adamın biri söylenerek kornaya basmıştır. Dedim ya yaşayamadıkların gelir aklına başka bir işte çalışmak istersin olmaz. Zamanında lise hayatını yaşamış olmayı istersin olmaz. Gidip göremediğin yerler gelir aklına. Ve henüz 20 yaşına bile girmememişken hayatının elinden kayıp gittiğini çaresizce izlersin. Hayatın gerçek yüzünü görürsün, aç uyuyanı, giyecek bir şey bulamayanı, sokakta uyuyan çocuğu. Ama karnın tok sıcacık evinde otururken bunlar gelmez aklına. Aklına gelince de kendinden utanırsın. Dünyada derdi kendinden büyük o kadar insan varken, kendi derdin dert değil.