sureyayim

kabuk bağlamış yaraları deşen kelimeler vardır.
          	ruhu boydan boya kesen neşterler gibi.
          	kim koruyorsa hâlâ güneşi, inatla ve hep "bir gün elbette bahar gelecek." diyorsa yanık ekmeklerin yalvaran uçlarına bakarak
          	onu sadece sevelim 
          	ki sevgi denen illet, parçalar siyah atomları.
          	

sureyayim

kabuk bağlamış yaraları deşen kelimeler vardır.
          ruhu boydan boya kesen neşterler gibi.
          kim koruyorsa hâlâ güneşi, inatla ve hep "bir gün elbette bahar gelecek." diyorsa yanık ekmeklerin yalvaran uçlarına bakarak
          onu sadece sevelim 
          ki sevgi denen illet, parçalar siyah atomları.
          

sureyayim

ben, birlikte kıyıya sürüklediğimiz kayıktan saflığımı ve sabrımı aldım. tek kalanları kumsala göm sen de. yaz boyunca nasılsa her keder eksilir, kendini doldurarak. sardunyalarla konuşarak çoğalttım aramızdaki ayrılığı, sayarak çoğalttığım günleri tamamladım. kirpiklerimin arasına çektiğim tülde yağmur durdu ve şimdi kış bitiyor. oysa kimse yokmuş dışarda. içim dışıma vuruyor. sardunyalara su vermekle unutamadığımız şeymiş aşk: alnından bir günaydın gibi düşürdüğün sabah, sağ yanımda unuttuğun keder. 

sureyayim

yüzün diyorum bir bir bir bir, yüzün diyorum iyi bir gün başlıyor. çoktan durmuş gibi bir şeyler orda. saatler durmuş, sesler durmuş, savaşlar durmuş. ne geç kalma telaşı işçi duraklarında kadınların, ne bir köpek havlaması sokaklarda, ne de ölü bir çocuk sokulmuş fotoğraflara. uyanmayı beklemiş sanki bir dağ yüzyıl boyunca, boynunla saçların arasında. yüzün bu âlemmiş de sanki davud sana gelmiş, mûsa sana, isa sana. salmışsın kendini bir hamağa yatar gibi maviyede. gökyüzü sanki senden esinlenmiş, zebur senden, tevrat senden, incil senden. binlerce renge doğru koşmuş yüzün, bilinmez renklere, çizilmez renklere. yüzün adsız bir mevsimi kiralamış, ne zemheriler gibi soğuk, ne kavurgan yazlar gibi sıcak. bir bulut kaçmış da göğünden, sanki yüzüne konmuş. yüzün, koca bir dünyayı ıslatacak, ıslatacak, ıslatacak. insan ölmek için yaratıldı; korkuya inanma, ateşe inanma, suya, havaya inanma, âşk bile ölüyor âşka inanma. 

sureyayim

bir ceket al üstüne, bir geyiği düşle, bir ağacı hatırla, insan düşmek için yaratıldı, kuşlara da inanma. sen sıkı sarıl kalbime, dünya sandığın yer değil. sandığın yer değil en güzel yerin, en güzel yerinde değiliz biz bu şiirin. yüzün diyorum bir bir bir bir, yüzün diyorum huysuz bir yağmur başlıyor. olsun, ben böyle yağmurları da severim. böyle yağmurlarda büyür insan, fırıncılar en güzel ekmekleri çıkarır. acısız bir selam verir, silinmiş sloganlar içinden duvarlar, duyulur en güzel vapurun sesi, en güzel trene binilir ve gidilir bir cehennemden bir cehenneme ve adına yolculuk denilir. zaten insan bir yolculuk değil midir? durdur içinde büyüyen hüsran ordusunu, kışla bekçilerini, silah çatanları, silahşörleri durdur ve bekle. işgâl edilmeli yüzün bir deniz kokusuyla, çocuklar uçurtma uçurmalı, taze çaylar demlenmeli kahvelerde, yüzüne taptaze bir sabah gibi bakmalıyım. yüzün diyorum kayboluyorum. bir kuş bir fili boğuyor sanki, kayboluyorum. yükünü boşaltıyor kızıl atlar, kayboluyorum. kim bulmuş ki zaten kendini kaybolduğu yerde, kim anlamış insanı? yüzün diyorum, yüzünde memleket telaşı. binlerce yoldaşım öldürülmüş, binlerce çiçek büyüyor ama hâlâ pınar ağaçları, çınar gölgeleri büyüyor, büyüyor kar bakışlı bir kadın. susamış bir nehir yatağıyla gidiyorum ona ve yüzün diyorum bir bir bir bir. bir yüzün diyorum, yüzüne bir geçiş bulmalıyım.
Reply

sureyayim

tanıdığım en güzel varlığa satırlar;

sureyayim

sanki endişeyim, hain sevişmenin saygısız böceğiyim. 
Reply

sureyayim

hiçbir şeyim, hiçbir şey kadar da kirliceyim. 
Reply

sureyayim

kendimle savaştayım, zaten herkes öyle.
Reply

faustusss

Cansız olanı canlandıramaz mısın sanıyorsun? Kurak toprakları canlandıramaz mısın sanıyorsun? İki dal orkide'nin solmuş sol tarafını canlandıramaz mısın sanıyorsun? Ekilen ama kuruyan her tohumu canlandıramaz mısın sanıyorsun? Öyle bir canlanır ki imkan dahiline getirilen imkansızlık kalbin cansız köklerini yakar, küllerini savurur. 

sureyayim

nasıl özledim seni bir bilsen, sanki yüreğim senin adınla çarpıyor, her yerde seni arıyorum. sonra sen sanıyorum bazen arkası dönük kısa saçlı bir kadını. parmaklarım omuzuna dokunuyor, sonra arkasını dönüyor, gözlerine bakıyorum ve anlıyorum ki o gözler sadece yeşil, mavi, kahverengi. sen değil. senin rengin değil. senin cânım gözlerin değil, cânım yıldızları taşıyan gözler yok orada. sonra arkamı dönüyorum, bir sigara yakıp yoluma devam ediyorum.