Bölüm 19

206 26 23
                                    

"50 cm mi, 5 cm mi? Hepiniz yanılıyorsunuz dostlar, Johnny Seo 5 mm yazıyordu diyoruz sana Johnny!" Haru bağırdı.

"Yani?" Haru, Johnny'nin umursamaz tavrına oflayarak omuz silkti.

"Nasıl bu kadar umurunda olmayabilir yahu? Anlamış değilim." Dedi Sun da, bıkmış Haru'ya katılırken.

"Ne denli umurumda olabilir Sun? İmkansız zaten..."

"Oğlum sen salak mısın? Kun yazdı o yazıyı. Nasıl bu kadar alakasız olabilirsin?"

"Nereden biliyorsunuz Kun'un yazdığını?" Johnny de sonunda sinirleri gerilirken bağırdı. "Kun Çinde a*ına k*yayım, Çinde! Hem askeriyeye nasıl girip de yazabilir? Aklınız alıyor mu bu imkansızlığı, gerçekten çok aptalsınız. Sokuk sokuk konuşmayı kesin beni rahat bırakın. Benim acım bana yetiyor."

Ve Johnny'nin uzun zaman ardından konuştuğu en uzun cümlelerdi. Bir daha da konuşmadı.

***

13 gün sonra, sabah 9.30.

"Gidiyor musun?" Telefonun karşısındaki adam uzunca bir süre sessiz kaldı. Gerçi Johnny, 13 gündür tek kelime etmemişti.

"Evet." Sonunda, çatallı sesini bulmuşken mırıldandı.

"Tamam, ben de geleceğim, orada görüşürüz tamam mı?" Dedi Haru.

"Gerek yok." Mırıldandı.

"Ergenleşme Johnny Seo. Çocuk değilsin artık, büyüme vaktin geldi." Sun, arkadan bağırdı.

"Belki büyüdüğüm için bu kadar yorgun, mutsuz ve acınası hissediyorumdur, belki büyüdüğüm için bu kadar küçülmüşümdür Sun?" Dedi Johnny.

Kızların ikisi de tek kelime edemediler.

"Ben de öyle düşünmüştüm." Dedi Johnny ve karşı tarafın tekrar konuşmasını beklemeden kapattı telefonu.

Yürüdü.

Haru'nun kendisine söylediği kliniği bulana dek birkaç sokak aştı. Sonunda adı K.Seo olan bir kliniğin önüne geldi, durdu.

Düşündü Johnny, Kun ile evlenip onun Kun Seo olmasını istediği o eski günleri düşündü. Kafasını iki yana salladı.

"Kendine eziyet etme oğlum, kendine gel." İki yanağına da çarparken ellerini, mırıldandı.

İçeriye girdi.

Kapının girişindeki sekreter kendisine bakıp gülümserken, yalnızca gözlerini boşluğa dikti.

"Neden bu kadar mutlusunuz ki, mutluluk bu kadar kolay mıydı?" İstemsizce çıktı ağzından kelimeler Johnny'nin. Sekreter henüz içeri girmiş adama anlamlı birkaç bakış atarken, içerideki psikoloğu aradı.

"Geldiler. Tabii hemen yolluyorum." Ve kapattı.

"Johnny Bey, zaten günün ilk hastası sizsiniz, buyurun geçin lütfen içeriye. Psikolog Bey sizi bekliyor."

Johnny kafasını salladı. İlerideki odaya adımların sürüyerek girdi.

Kimsenin gözüne de yüzüne de bakacak mecali yoktu. Adımlarını büyük masanın önündeki koltuğa yöneltti, oturdu.

"Anlatacak bir şeyim yok." Dedi direkt, psikoloğun konuşmasına fırsat vermeden.

Psikolog da konuşmadı, Johnny sinirlendi.

"Sormayacak mısınız?" Dedi bu sefer.

Psikolog cevap vermedi, Johnny gerildi.

"İşinde iyi biri gibi değilsiniz."

Psikolog yine cevap vermezken, Johnny hüzünlendi.

"Qian Kun..." Yutkundu. "O çok iyi bir psikolog olurdu biliyor musunuz? Belki benim size gelmeme de gerek kalmazdı. Hayat bizi iki ayrı yana savurmasaydı, burada olmama gerek olmazdı."

Durdu, soluklandı. Adını anmak kendisini ne hale getiriyordu...

"Benim sevgim hastalıklıymış. Bayan Qian öyle demişti. Gerçekten öyledir belki."

Yeniden nefes aldı, verdi. Acıyordu canı.

"Annemi de severim ben, sevgim anneme zarar vermesin diye her istediğini yapmayı denedim, sevmediğim bir kızla nişanlı olmak dahil, olmadı. Beceremedim. Ona da zarar verdim."

Gözünün yanmaya başladığını hissediyordu Johnny. Ağlamak... İçindeki tüm hüznü kusmasına yardımcı olur muydu?

"Ben de istedim, kalbimin üstünde çiçekler açtırmak, o çiçekleri her gün sevdiklerimle sulayıp sevdiğim herkese sunmak. Ama olmuyor, elime yüzüme bulaşıyor. Beceremiyorum hiçbir boku. Gözlerim işiyor sanırım. Bari peçete verseydiniz."

Sonlara doğru sesi yiterken cümlelerini bitirdi Johnny. Zaten karşısındaki psikolog da hiç iyi değildi.

"Buraya gelmeyecektim aslında, zira görüyorum siz de hiç iyi bir psikolog değilsiniz. Ama askeriyede son günümken bir yazı belirdi, ben geçmişe döndüm. Geçmişe hapsoldum yine, halbuki aştığıma emindim."

Durdu, neden anlattığına dair bir fikri yoktu. Ama yeniden, yeniden, yine anlattı.

"Üniversitede önüme gelenle yattığım için, ki hepsi bunu seve isteye yapmıştı ama, kötü biri oldum sanırım. O zamandan beri burnum boktan kurtulmuyor."

Bir hıçkırık terk ederken boğazını, "Kun'u çok özledim." dedi son kez Johnny.

Ve sustu.

"Sen aptalsın Johnny Seo. 5 milimlik ç*kün bile senden daha akıllıca kararlar alabiliyor, en azından ne zaman kalkacağını, ne zaman ineceğini biliyor!"

Asıl evren sustu ve asıl evren durdu, yalnızca ikisinin evreni çarklarını işlemeye başladı.

.
.
.

"Seni bekledim ben, seni özledim, seni istedim. Seni o kızla gördüğümde bile düşledim. Ama sen gelmedin. Bize bunu yapmaya hakkın yoktu Johnny!" Kun hıçkırarak ağlarken oturduğu koltukta ellerini yüzüne kapattı.

Johnny, sonunda kafasını kaldırıp karşısındaki psikoloğa bakarken, gerçekler kafasına dank etti.

"Kun..." Kalktı, aralarındaki masayı aşıp ağlayan çocuğun ellerini suratından çekti.

"Ağlama..." Onun ıslanmış yanaklarını silip, özlediği gözlerine bakarken, kendisinin hala ıslanan yanaklarının farkında değildi.

Ama Kun farkındaydı.

"Asıl sen ağlama. Dayanamıyorum." Kun da uzanıp onun gözyaşlarını silerken, geriye kalan hiçbir şey umurlarında değildi artık ikisinin de.

Kun ihtiyaçla birleştirdi dudaklarını, Johnny ihtiyaçla karşılık verdi.

Sanki ikisi de uzunca bir süredir denizin dibindeydi ve tam şu an sanki, ciğerleri ilk defa denizi aşıp oksijenle buluşmuş gibiydi.

İki dudak birbirini ezdiğinde, ezdiği yerleri sevgiyle emdiğinde, dilleri de küçük oyunu bitirdiğinde, öpücükleri bitti.

Geride kalan her acı silindi.

Amendatory Contact (JohnKun) ✅Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin