Let The Flames Begin

406 17 0
                                    

Sabah uyandığımızda keyifli olduğumu söylemeliyim.
Londra'da geçirdiğim en huzurlu sabah buydu sanırım. En azından bir adam yüzünden sabahın erken saatinde uyandırılmadım ya da çok büyük bir baş ağrısıyla uyanmadım. Tanrı'ya şükür iyiydim.

Kahvaltımı genelde büyük babam hazırlardı. Aslında bunu benim yapmam gerektiğinin farkındayım. Ama ben okula giderken o uyuyor olurdu. Benimle kalkmışsa da bana kahvaltı hazırlardı. Her seferinde istemiyorum, ben yaparım, sen yorulma desem de beni dinlemezdi.

Genelde erken kalkan birisiyimdir. Ancak ben uyandığımda Ada, Yaprak ve Debra kendimize özgü yatağımızda yoktu. Ya da koltuk-yatak mı demeliyim? Elis ise hala uyuyordu.

Elis'ten hemen önce uyanmak sonuncu uyanmaktan farksızdır. Çünkü o isterse bütün gününü uyuyarak geçirebilir. Bu yüzden sanırım en geç uyanan ben olmuştum. Ancak kalkar kalkmaz kapıdan Debra'nın girdiğini fark ettim. Ada ve Yaprak ise masaya bir şeyler koymakla uğraşıyordu.

''Günaydın,'' dedim uykulu bir sesle. Sesim tahminimden daha boğuk çıkmıştı.

''Ah, nihayet. Hiç uyanmayacaksın sanmıştım, günaydın!'' dedi Ada neşeyle.

Gözlerimi ovuşturarak yerimden kalkıp gözlüklerimi taktım. Debra elinde sıcak poğaçalarla gelmişti. Ben de hemen sandalyeye oturdum. Debra bir bir poğaçaları çıkartıyordu.

''Tanrım, bunlar çok güzel görünüyor,'' dedim gözlerimi poğaçalara dikerek. Sanırım acıkmıştım.

''Ah, evet. David kesinlikle bunda bir numara. Kendisi yapıyor düşünebiliyor musun?'' diye cevap verdi Debra gülümseyerek.

Ben David kim diye kendi kendime düşünürken Debra bunu anlamış olmalıydı.

''David. O pastanenin sahibi,'' dedi ve o da yanımdaki sandalyeye oturdu. Anladım anlamına gelebilecek şekilde gülümseyerek başımı salladım.

''Ben çayları koyayım o zaman,'' dedi Ada ve çaydanlığı eline aldı.

''Eh, ben de Uykucu Şirin'imizi uyandırayım o zaman,'' diyerek güldü Yaprak.

Ben poğaçamı yemeye başlamışken Elis'in homurdanmalarını duyabiliyordum. Yaprak ise sonunda pes edip yanımıza gelip oturmuştu. Hepimiz kahvaltımızı yapıyorduk.

''Eğer uyanmazsan bu güzel şeyleri kaçıracaksın Elis,'' diye seslendim arkama bile dönmeden.

Elis de gözünü ovuşturarak ve huysuzlanarak yanımıza sendeleyerek de olsa geldi. Oturur oturmaz ''Çok açım,'' diye mırıldandı.

''Bunlar yememiz için zaten,'' diyerek poğaçaları gösterdi Ada.

Elis'in uykusunun da açılmasıyla beraber hepimiz güzelce kahvaltı etmeye başlamıştık.

''Big ben ve o balmumu müzesi vardı ya Yaprak'ın söylediği, birbirine yakın yerler mi?'' diye sordu Ada.

''Ah, pek sayılmaz. Metroyu kullanmamız gerekecek,'' dedi ve çayından bir yudum aldı Debra.

'' Westminster Sarayı'na da bakmış oluruz, yani önünde dururuz. Garip şeyler söyleriz, Ada bizi kameraya alır ve sanırım bu yeterli olur,'' dedi Elis.

''Neden hep ben kameraman oluyorum?'' diye yakındı Ada.

''Çünkü bu işi seviyorsun ve yapabiliyorsun da,'' diye çıkıştı Yaprak gülerek.

''Merak etme, seni de çekeriz. Sırasıyla hepimiz alırız kamerayı,'' dedim ve çayımı son yudumumla bitirdim.

''İşte bu harika bir fikir,'' dedi Ada iç çekerek.

Londra'da Olan, Londra'da Kalır... Peki Ya Kalmazsa?Where stories live. Discover now