elf

1.3K 78 28
                                    

aşk, dünyadaki en pahabiçilmez duygunun tanımıysa; benim sevgim sensin. •

**

Ellerim beyaz, hafif kumaşı yıpranmış olan kazağımın bol ceplerine saklıyken; soğuk havaya rağmen olduğum yeri koruyordum. Yıllardır yaşadığım güç durumu sonunda bir açıklığa kavuşturmak için Yujin'i sınıfının önünde beklemek, yapmayı seçtiğim en doğru şeylerden birisiydi. Bazı sorunlar konuşulmadan çözülmezdi, bunu bildiğim için dudaklarımı birkaç dakikalığına yormanın bir zararı yoktu.

"Hey." Arkadaşıyla konuşan, hafif kısa boylu kızı hemen tanıdığımda ismini mırıldanmış ve dikkatini kazanmıştım. Oldukça garip bir vakit geçireceğimizden emindim ancak artık bazı olayları kapatmanın tam zamanıydı. "Biraz konuşabilir miyiz?" Bu isteğime şaşırdığını belli eden yüz ifadesine karşın gülümsedim ve elimle dışarıyı işaret ettim. "Sadece birkaç saniye, fazlası değil." Yeşil çantasının ipini sıkıca kavrayarak önden ilerlemesi onayını aldığımı işaret ederken sessizce yürümeye devam ettim, henüz ağzımı açmamışken yakaladığım o şansı da kaçırmak istemiyordum. "Yujin," Karşı karşıya durduğumuz an söylediğim ilk şey bu olduğunda, göz temasımızı bozmamak için direndim çünkü samimi olduğumu anlamasını bekliyordum.

"Ben... her şeyi öğrendim."

Önce birkaç dakika bekledi, sonra yanakları rengini belli edecek şekilde pembeleşti ve başını yana eğdi. "Tebrik mi etmeliyim?" Kafamı iki yana salladım. "Yanlış anlamanı istemiyorum çünkü buraya sana nefret kusmaya gelmedim, haddime bile değil ki hem?" Ellerimle oynamaya başladığımda dudaklarımı ıslatmıştım, birazdan edeceğim cümlelerin ağırlığı omzumdan kalksın istiyordum. "Benim saygım her şey için ve duyguların da bu kapsama dahil, merak etme. Kalbinin seçtiği kişi için seni kınayacak halim yok. Aşk aşktır ve bunu biliyorum fakat," İç çektim. "Fakat ben zaten başka birisinden hoşlanırken, sana bir dönüt vermem olanaksız. Seninle şu an bunu konuşuyorum çünkü aramızdaki ne olduğu belli olmayan kavga bir son bulsun istiyorum." Beni yavaşça onayladığı sırada dediklerime bu kadar çabuk katılması, ilginçti ama irdelemedim. "Dost olmamız zor gibi görünüyor çünkü birisini severken, arkadaşlıktan fazlasına sahip olamayacağını bilmek çok can acıtır. Bunun nasıl hissettirdiğini emin ol iyi biliyorum ve belki de bu sebep yüzünden sana bir teklif sunamıyorum ancak her zaman beni bulabilirsin. Konuşmak, destek almak ya da başka şeyler için."

Derin bir nefes aldıktan hemen sonra beni dikkatle dinleyen yüze kocaman gülümsedim. Çünkü, bir şekilde hafiflediğini fark etmek dünyanın en muhteşem farkındalıklarından birisi olabilirdi ancak ben bunu tam olarak anlatabilecek bir kelime haznesine sahip değildim. Bu gerçek biraz soru işaretiydi ama önemi yoktu.

"Young," Sesi üzerine tüm ilgim tekrar ona çevrildiğinde kaşlarımı kaldırmıştım. "Anlayışın için teşekkür ederim. Keşke sana bunu daha önce farklı bir şekilde açıklayabilme şansım olsaydı ama ben... korktum. Toplumdaki gözlerden, sırtıma binecek ağırlıklardan ve...sanırım senden." Yutkundu. Güç bulmak istiyor gibiydi çünkü bu tarz konularda kendisini iyice açabilen tiplerden olmadığını biliyordum. "Yine de teşekkür ederim." İkimizde birbirimize, sahip olduğumuz en sevimli gülümsemeleri verirken uzaklaşmak için hareketlenecektim ki beni tekrar durdurdu.

"Ve lütfen, Jaehyun'dan bahsederken ondan hoşlandığını söyleme çünkü sen ona deli oluyorsun," Kullandığı kelimeler beynimin içinde bir patlama etkisine sahip olduğunda, bulunduğum yere çakılı kalmıştım. "Ne?" "Duydun, Young. Hoşlanıyorum kelimesi senin için hafif kalıyor, sen... Sen basbayağı seviyorsun onu." Duyduğum şeyleri hazmetmeye çalışmak zorken tek yaptığım oradan kaçmak oldu.

Adımlarım hızlı ve aceleciydi çünkü beynimi ele geçirebilecek kadar etkili olan o sözcükleri istemiyordum.

Kendimi yemekhanenin girişinde bulduğumda etrafı arkadaşlarıyla çevrilmiş ve gülümseyerek kol güreşi oynayan o çocuğu görmek, kalbimi yerinden zıplatmak için yeterli bir nedendi. Öyle ki her tebessümünde kısılan gözleri, ortaya ben buradayım diye çıkan gamzeleri ve bir vampiri andıran o dişleri sadece ben görmek istemiştim.

Bencil miydim? Onun için evet.

Ondan hoşlanıyor muydum? Bingo.

Bundan fazlasını Jaehyun için biriktiriyordum.

Derin bir nefes alarak kendimi arkasında bulduğumda omzuna yavaşça parmaklarımı sardım. Beni fark eden her arkadaşı gülümsemeye başladığında karşılığını onlara aynen iade ettim ve sonunda kahverengi irisleri beni bulan Jung'a ise iç çektim. "Neden gülümsüyorsun?" Fısıldayışım üzerine yaşadığı kısa çaplı şoktan kurtulduğunda "Neden yapmayayım?" deyişi, kulaklarımda çınladı. Kıkırdayarak ellerimi sandalyesine yasladım, arkasına yaslanışını izlemek benim için bir zevkti ancak meraklı mırıldanışlar devamını bekliyor gibiydi.

Tek dizimi, iki bacağının arasına yerleştirdiğimde üzerine biraz daha eğildim. "Herkes bakıyor." Gözleri kapanmak üzereyken sırıttım. "Bana ne." Güldü, bu da beni ele geçiren şey oldu ve onu orada öptüm. Dudakları dudaklarımda birkaç saniye bekledikten sonra, bunu herkesin içinde yapmıyormuşuz gibi elleri belimi kavradı. Daha fazla sırıttığımda ise masadaki arkadaşları çoktan tezahürat yapmaya başlamıştı, ben de bir şeyden emin olmuştum.

Tüm duygularımı ellerim altındaki bu herif için saklıyor ve onları bir çiçek gibi her gün sulayarak, taze bırakıyordum.

**

yorumlarınızı beklerken, hepinizi oneshot hikayem olan tis the damn season'a bekliyorumm!

dream of you :: jung jaehyun Where stories live. Discover now