𝙦𝙪𝙖𝙩𝙩𝙪𝙤𝙧'

82 4 171
                                    

herrrkese selam🤍yine garip bir bolum oldu. bu klasik parcayi birakip kaciyorum. iyi okumalar guzelliklerim🖤

Bir ay sonra. 13 Ağustos Çarşamba,1975.

Güneş yeni yeni doğuyor, ışıkları ufuktan sonsuz gökyüzüne yükseliyor ve tabiata canlılığa işaret veren bir renk salıyor. Etrafımı saran doğanın akıllara durgunluk veren güzelliğiyle gördüğüm kabusun dehşeti ne kadar da tezata düşüyor. Alnımdaki terleri silerken kıyafetimi düzeltiyorum ve parmak uçlarımla vadi akşamının soğuttuğu zemine yavaşça basıyorum. Üstüme yatağın başucuna rastgele astığım bir hırkayı giydikten sonra mutfağa bir bardak su için gidiyorum. Bardağın içine su büyüyle hızla dolarken daha da yükselmiş güneşin çimenlerin üzerinde oluşturduğu altın sarısı alana bakıyorum. Çiylere parmaklarımla dokunmak istiyorum o an ve suyumu kana kana içtikten sonra dışarı çıkıp yeşillikte yürüyorum, çimenler ayağımı gıdıklarken ellerimi üstünde gezdiriyorum. Bütün bunlar aklıma düşen o görüntülerin etkisini azalmasını sağlıyor, ne yazık ki unutmamı değil.

Hepsi o gece başlamıştı. Bir lanet miydi, aklımın benimle oynadığı bir oyun mu emin değilim. Tüm kabuslarım benzerdi; gücüm kontrolden çıkıyor ve masum insanlar ölüyordu, ses bana "kimse masum değil" diye fısıldayıp duruyordu. Çocuğun yüzünü görüyordum, bütün bunları sen yaptın diye haykırıyordu. "Şimdi bedelini kim ödeyecek Jess?"

Bedenimi bir titreme sararken dizlerimin üstünde donup kalıyorum, yüzüme düşen siyah saç tellerini bile çekmeye yeltenmiyorum. Gözlerim kapalıydı ama insanın görmek için gözlerini kullanmasına gerek yoktu; ben kafamın içiyle görüyordum, hem de çok daha kötü şeyleri.

Ses yoktu belki ama bu kabuslar sayesinde onun varlığını hatırlamak pek de zor olmuyordu. Yokluğu da varlığı kadar çileden çıkarıcıydı.

Ben çok yakın bir zamana kadar sıyırmıştım, bunu biliyorum. Ama insanların olmadığı bir ortam, şu lanet görüntülerle bile, daha toparlayıcı olmuştu benim için. Toplumun toksik olduğunu öğrenmiştim. İnsanlar insanları bozardı; kendi doyumları, egolarının tatmini, duygularının ifadesi için. Bu yüzden ezilenler de ezerdi, dövülenler de döverdi, ağlayanlar da ağlatırdı. Bir kere insanlığın gerçek yüzünü tadınca onu unutamazdınız da.

Dizlerim acımaya başlayınca ayağa kalkıyorum ve bacaklarımdaki toprağı elimle silkeleyerek içeri geçiyorum. Bir an düşününce hâlâ aç olmadığımı fark ediyorum.

Birkaç gündür olduğu gibi.

Tişörtümü havaya kaldırıp çenemle tutuyorum ve ellerimi belime sarıyorum. Neredeyse parmak uçlarım birbirine değiyor. Parmaklarımı yukarı çıkarıp göğüs kafesime dokunuyorum. Kaburgalarım çıkık. Bu kadar zayıf olmaktan nefret ediyordum. Bir şeyler yemeliyim diye düşünüyorum. Zorla da olsa.

Oda olarak kullandığım bölgenin yanında bir tezgah var. Üstünde çürümeye yüz tutmuş birkaç mantar görüyorum; elimle bir kavis çizerek onları eski haline döndürüyorum, diğer bir kavisle de kızarmış hale getiriyorum. Gözüme lezzetliden çok uzak geliyorlar, gereksiz bir çöp gibi. Elim gitmiyor başta ama sonunda ağzıma atıyorum. Midem bulansa da umursamayıp çiğniyorum ve boğazımdan aşağı gönderiyorum.

Yeme sorunlarım sanırsam yemekhaneci benden nefret ettiğinde başlamıştı. Ne kadar komik, değil mi? Sırf onun iğrenç bakışlarını görmemek için yemekhaneye gitmezdim.

Bana sevgiyle bakabilen insanları özlemiştim. Yanlarında gülebildiğim, elimi tutan. Onlar da gitmişti belki ama biliyorum ki yaşadıklarımız yalan değildi, arkadaşlığımız.

𝙖𝙙 𝙞𝙣𝙛𝙞𝙣𝙞𝙩𝙪𝙢|𝙢𝙖𝙧𝙖𝙪𝙙𝙚𝙧𝙨 𝙚𝙧𝙖 𝙤.𝙘.Where stories live. Discover now