𝙦𝙪𝙞𝙣𝙦𝙪𝙚'

79 4 186
                                    

sellam! yine bir zaman atlamasiyla basliyoruz, iyi okumalar! 🤍🤍

*parca bolumle alakali degil ama cok guzel buldugum icin koymak istedim 🤍

15 gün sonra, 28 Ağustos Perşembe 1975.

Bazen kararlarınızla ve eylemlerinizle kendinize, tecrübenize ve kişiliğinize ihanet etmiş gibi hissedersiniz. Bu his başlarda çok iç kemiricidir, düşünmeden duramaz ve her saniyenizi "neden" sorusuyla geçirirsiniz. Sonrasında her şey düşüncelerinizin aksine ,şayet, iyi gitmeye başladığında o his hala derinliklerde bir yerde saklı olsa da artık kararınızın evrenden size gönderilen bir mesaj, tanrının lütfu ya da sadece öngörü olduğunu iddia edebilirsiniz. Ben tam da bunu yaşıyordum.

Karşımda sadece birkaç kere görüştüğüm ve çoğu da iyi geçmeyen bir ikizim vardı. Benim gerçek ailemdi ama aramızdaki duvarlar ve ayrı geçen yıllar bizi iki yabancı kılıyordu. 14 Ağustos'a girdiğimiz ilk dakikalarda bir karar verdim ve zamanımı bu karara adadım.

O günden itibaren pek arzuladığım bir şey olmayan Potter Malikanesi'ne taşındım. Etrafımda biyolojik ebeveynlerim ve ikizim vardı ama kalbim yalnızdı, hala üstünde kalın bir tabaka buz vardı. Geniş duvarlarım kırılmaya başlasa da tekrar örüyordum, görünüşe bakılırsa epey dayanıksızlardı.

Sonra süreç başladı. Öğrenme sürecim. Benim için bir rönesanstı. Sahip olduğum lanetli güç hakkında her geçen gün yeni bilgilerle dolup taşıyordum, farklı konulara da değiniyorduk. Günler geçtikçe karşıma yeni işler çıkartıyorlardı: tarih, Hogwarts dersleri, kontrolü elde tutma vb. gibi. Yalan söyleyemeyeceğim, bu dersleri hayranlıkla dinliyor ve elimden geldiğince uğraşıyordum. Özellikle bitkiler ve ilaçlarla ( tabii büyücü dünyasında büyülü bitkiler ve iksirler oluyor)  haşır neşirdim çünkü eskiden beri öğrenmeyi en çok sevdiğim ve istediğim şeydi. Bunun dışında da iyiydi.

Ebeveynlerime hala kanım ısınamasa da evde onlara en azından adlarıyla seslenmem gerekiyordu. Bunun dışında ikizimle giderek daha iyi anlaşıyorduk; küçük kavgaları, tartışmaları ve atışmaları saymazsak. İkimiz de birbirimize karşı çok inatçıydık, belki de neden buydu.

O benim için değişiyordu, ben de 13 Temmuz'da kendime söz verdiğim şeyi yapıyordum -bir bakıma- : Kendime yeni bir kimlik oluşturuyordum. Bu kimlik gerçek bendim. Şimdiye değin bastırılmış, pasif bir karakterdim fakat bu değişiyordu; ben kendimi keşfediyordum, nasıl biri olduğumu, neleri sevdiğimi, neye yeteneğim olduğunu.

Uzun zamandır şiir yazmamak garip geliyordu. Şiirlerim karanlığın ürünüydü ama günlerim artık daha aydınlıktı. Bunla beraber daha önce çok geri plana attığım bir şeyi gün yüzüne çıkarmıştım, sesimin güzelliğini. Bunu James'leyken fark etmiştim açıkçası. Bana seçtiği bir şarkıyı dinletiyordu, ben de hafifçe eşlik ediyordum. Ardından diğer bölümlere nazaran daha hareketli olan nakarat bölüme ikinci defa geldiğinde eşlik etmek istemiştim. Şimdilik bu yetenekle bir şey yaptığım yoktu ama hoşuma gitmişti.

Ve Tanrım, Minerva'yla tekrar kavuşmuştum! Minik kızımı hep kucağıma alıyordum ve ona her zamankinden çok sarılıyordum. O benim her zaman olduğu gibi en değerlimdi.

Evet, kısacası 15 gün böyle geçmişti. Bugünse planlarımız geç kalmış bir Hogwarts alışverişi üzerineydi ve rotamız büyücülerin favori çarşısı Diagon Alley'eydi. Ah, bir de, James'in arkadaşları hakkında ondan pek çok şey duysam da ilk kez tanışacağım için gergin, heyecanlı ve stresliydim. O bana kötü bir enerji yaydığımı söylemişti, sadece bundan etkilenmeyeceklerini ve beni sevmelerini umuyordum.

𝙖𝙙 𝙞𝙣𝙛𝙞𝙣𝙞𝙩𝙪𝙢|𝙢𝙖𝙧𝙖𝙪𝙙𝙚𝙧𝙨 𝙚𝙧𝙖 𝙤.𝙘.Where stories live. Discover now