ÇABUCAK DOSTLUK

346 29 12
                                    


Baron ertesi sabah hole indiğinde, tanımadığı o güzel kadının çocuğunu iki asansörcüyle derin bir konuşmaya dalmış buldu. Çocuk onlara Karl May'ın bir kitabını gösteriyordu. Annesi görünürlerde yoktu, süsleniyor olmalıydı. Baron, çocuğu şimdi dikkatle bir gözden geçirdi. Kavruk kalmış, hareketleri sinirli bir oğlandı. Kuşkulu bakışlarla çevresine bakınıyordu. O yaşta çocuklarda sık görüldüğü gibi nedeni belli olmayan bir ürkekliği vardı. Az önce zorla uyandırılıp yabancı bir çevreye bırakılmış gibiydi. Yüzü hiç de sevimsiz değildi, fakat bir kararsızlığı vardı. Çocukluktan erkekliğe geçiş çekişmesi yeni başlayacağa benziyordu. Yüzünde her şey henüz hamur gibiydi. Daha bir şekil almamıştı. Hiçbir şey belirli çizgilerle ortaya çıkmamıştı, solgun ve tedirgin bir karışımdı. Ne giydirilse uymayan, ceket kollarının ve pantolonun sıska vücuttan torba gibi düştüğü –bu yaşta çocuklar dış görünüşlerine pek önem vermez– bir yaştaydı.

Oğlanın davranışlarındaki kararsızlık, pek acınacak bir görünümdeydi. Gerçekten de herkesin ayağı altında dolaşıp duruyordu. Bir sürü soruyla oyaladığı kapıcı onu bir kenara itince, hemen gidip giriş yerinde durdu. Ahbaplık arıyor gibiydi. Bu nedenle çocukluğun verdiği gevezelik isteği ile, otel personelinin çevresinde dolanıyordu. Onlar da, zaman buldukça yanıt veriyorlar, fakat bir müşteri görünce, ya da acele bir iş çıkınca, sözü yarıda bırakıveriyorlardı.

Baron, her şeyi merakla süzen ve hiçbir şey elde edemeyen mutsuz çocuğa gülümseyerek ve ilgiyle baktı. Oğlanın meraklı bakışlarını bir defasında yakaladı. Fakat kara gözleri, bir şeyler aranırken yakayı ele verdiğini fark edince, korkuyla iç dünyasına kapandı, inik göz kapaklarının ardına gizlendi. Baron bundan pek keyiflendi. Oğlanla ilgilenmeye başlamıştı. Korkudan böylesine ürkekleştiği pek belli olan oğlan, hızlı bir aracı olarak annesiyle o yakınlaşmayı sağlayamaz mıydı, diye sordu kendi kendine. Neyse, bir deneyecekti! Hissettirmeden arkasından yürüdü. Oğlan kapıdan çıkmış, çocuklara özgü okşamak isteğiyle, bakla kırı bir atın toz pembemsi burun deliklerini okşuyordu. Fakat hiçbir şeyde şansı yoktu. Bu kez de arabacı karşısına dikildi ve ona sertçe engel oldu. Çocuk, bomboş ve biraz da hüzünlü bakışlarla, alıngan ve canı sıkkın, yine dolanmaya başlayınca baron seslendi.

Baron, elden geldiğince keyifli davranmaya çalışarak: "Ee, söyle bakalım delikanlı," dedi, "burası hoşuna gidiyor mu?"

Çocuk kıpkırmızı oldu ve ürkekçe ona baktı. Bir şeyden korkmuş gibi elini geriye çekti, ürke ürke sağa sola baktı. Yabancı bir bayın onunla konuşmaya başlaması ilk kez oluyordu.

Güçlükle: "Teşekkür ederim, çok," diyebildi. Son kelimeyi söylerken boğulacak gibi olmuştu.

Baron gülerek: "Şaştım buna!" dedi. "Burası pek sıkıcı bir yer, hele senin gibi delikanlılar için. Bütün gün ne yapıyorsun, anlat bakalım?"

Şaşkınlığı hâlâ geçmemiş olan çocuk, hemen verecek bir yanıt bulamadı. Hiç tanımadığı bu şık yabancının, kimselerin ilgilenmediği kendi gibi bir oğlanla konuşmak istemesi olur şey miydi? Bu düşünceyle hem ürkekleşti, hem de gurur duydu. Güçlükle kendini toparladı:

"Kitap okuyorum," diye konuştu. "Sonra gezinti yapıyoruz. Kimi zaman annemle arabaya biniyoruz. Buraya iyileşmeye geldim... Hastayım da. Bu nedenle çok güneş almam gerekiyor... Doktor söyledi..."

Son sözleri oldukça güvenle söylemişti. Çocuklar, hastalıkları ile hep övünürler. Çünkü tehlikede olunca yakınlarının gözünde önemlerinin artacağını bilirler.

"Evet, senin gibi gençlere güneş iyi gelir. Bir güzel yanarsın. Fakat bütün gün de güneşte kalman doğru olmaz. Senin gibi bir delikanlı her yere gitmeli, gözünü budaktan sakınmamalı, hatta biraz da yaramazlık etmelidir. Sanırım sen çok uslusun. Kolunun altındaki kitapla, odasından hiç çıkmayan bir çocuğa benziyorsun. Senin yaşında ben ne malın gözüydüm! Pantolonum parça parça dönerdim eve her akşam. Aşırı usluluk gerekmez!"

Yakıcı SırWhere stories live. Discover now