I got my red dress on tonight

115 13 12
                                    

14 Haziran, yani kasabamızdaki yaşlı dedeler ve ninelerin saçma bulduğu ama gençlerin delicesine gelmesini beklediği yaz günlerine giriş gecesiydi bu gece. Gerçi bunu dünyada bizim kasabadaki insanlardan başka kutlayan olduğunu sanmıyordum ama eğlence için bir bahane oluyordu. O gece, her ne kadar Sehun odamın kapısını çarpmadan önce acele etmemi söylese bile her zaman yaptığım şeyi yapıp onu takmayarak yarım saatte kırmızı gömleğimi, kot pantolonumu ve gül desenli çoraplarımı giyip çıktım odamdan. Evet gül desenli çoraplarım var ve evet gerçekten yarım saat.

"İyi ki acele et dedim, demesem yarın sabah gelirdin herhalde."

"Beni tanımıyormuşsun gibi konuşma Hun, tuhaf oluyor."

"Aman be, laf söyleyende kabahat zaten." Diyip savurabileceği kadar uzun olmamasına rağmen saçlarını savurarak salonu terk etmişti. Evden çıkmış olsa bile kapıda beni beklemeye devam edeceğini bildiğimden yine acele etmedim. Dış kapının yanındaki vestiyerden saçlarımın yeterince dağınık olduğunu görünce anahtarımı alıp çıktım dışarı.

Saçlarımın düzgün olmasını sevmiyordum. Kendimde dağınık biriydim, saçlarım neden düzgün olsundu ki?

Yolda eğlencenin yapılacağı alana yürürken Sehun Junmyeon'u da alacağımıza dair bir şeyler demişti, mırıldanarak onaylamış sessizliğimi korumuştum. Bu onları sevmediğimden veya eğlenceye gideceğime sevinmediğimden değildi. Çok konuşan biri değildim.

"Jongdae'yi almayacağız, o adi sattı bizi. Sevgilisiyle gidecekmiş. Hah, paşama bak sen."

"Sevgilisiyle gitmesi normal değil mi?"

"Senin sevgilin olsa bizimle mi giderdin onunla mı?"

"Benim sevgilim olmazdı."

"Varsay, sevgilin oldu. Bizi mi tercih ederdin onu mu?"

"Sevgilim olmayacağı için sizi."

"Ya sabır, imtihan diye gökten indin sanki Baekhyun."

"Aynen, Tanrı seni sinir etmem için beni gönderdi. Bu kutsal görevi bana bahşetti ve dedi ki 'Yürü ya kulum.'"

"Manyak." Demişti ciddiyetle, ama gülmemek için yanaklarını ısırdığını biliyordum.

"Geldik. İçeri geliyor musun?"

"Sizi beklerim."

"Peeeeeeeki."

Beni bırakıp Junmyeon'un evine dalmıştı. Kafamı çevirip etraftaki diğer evleri incelemeye başladım. Bir süre sonra bakacak bir şey kalmamıştı, kafamı gökyüzüne kaldırdım. Evet, yıldızlar kesinlikle evlerdeki tasarruflu lamba ışıklarından daha güzeldi. Ve elektrik derdi de yoktu. Her gece sabaha kadar onları izleyebilirsiniz, elektrik faturası fazla gelir korkusu olmadan. Ya da faturanızı ödemediğiniz için ışığınız kesilmezdi.

Ay'ı aradı gözüm ama bulamadım. Arkamdan gelen seslerle yeryüzüne geri döndüm.

"Hadi gidelim."

Yol boyunca belirli aralıklarla tüm gün ayakta dikilen sokak lambalarının ve en parlak olabilmek için birbiriyle yarışıyormuş gibi gözüken yıldızların altında ilerledik. Kasaba çokta küçük değildi. Ama evlerimiz eğlencenin yapılacağı kasabanın sınırındaki o açıklık alana yakındı. Yıldızları izleyebileceğim vaktin az olmasına üzülmüyordum çünkü vardığımız yerde otururken de izlemeye devam edecektim, sabaha kadar.

Ben kalabalığı da çok sevmezdim. Arkadaşlarım yeterdi bana, fazla insana gerek yoktu.

19 yıl boyunca sadece 4 tane sağlam arkadaşım olmuştu. İlkokul ve ortaokuldakilerin hiçbiriyle görüşmedim bir daha. Sehun, Junmyeon, Jongdae ve Jisoo yetti bana her zaman.

Summertime Sadness °Chanbaek°Where stories live. Discover now